24-09-2025
Seslendirmeyle başlayan sanat yolculuğu, Ankara Sanat Tiyatrosu'ndan televizyon ekranlarına
uzandı. "İnce İnce Yasemince" ve "Ayşecik" ile bir kuşağın hafızasına kazındı; "Adanalı",
"Sakarya Fırat", "Sen Anlat Karadeniz" ve "Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz" gibi
projelerle kariyerini taçlandırdı. "Ağabeyi yengesine talip olamaz, Türk toplumunda böyle bir
şey yok" sözleriyle sektörün gidişatına dair dikkat çeken yorumlar yapan usta oyuncu, genç
kuşaklara da samimi tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmedi… "Biyografi'k" yeni bölümünde
Mehmet Çepiç'in hayatına ışık tutuyor; çocukluğundan gençliğine, sanat hayatından
bilinmeyenlerine kadar merak edilenlerini irdeliyor.
Usta oyuncu Mehmet Çepiç, Sabah Günaydın YouTube kanalında "Biyografi'k" programının
yeni bölüm konuğu oldu. Çocukluk hayallerinden tiyatroya adım atışına, sanat yolculuğunun
perde arkasına kadar merak edilenlerini Yasemin Durna'ya anlattı. "Seslendirme bana
inanılmaz bir disiplin kattı" diyen Çepiç; Ankara Sanat Tiyatrosu günlerinden dönemin usta
isimleriyle yaşadığı anılara kadar birçok konuda samimi itiraflarda bulundu. Sosyal medyada
takipçi sayılarının başarı ölçütü haline getirilmesine de tepki gösteren oyuncu, "Sanat,
rakamlarla değil, iz bıraktığın duygularla ölçülür" sözleriyle dikkat çekti. İşte röportajın tüm
detayları…
-Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?
Vallahi çok iyiyim. Çok yakın bir zamanda bir tane sinema filmi bitirdim. Ana akım için
çekilen bir film. "Aşk Oyunu" diye çok keyifli bir iş yaptık. Birbirinden yetenekli, çok güzel
insanlarla çalıştık. O bitti. Şimdi yeni bir film daha var. Birkaç dizi görüşmelerimiz var. Çok
olumlu, çok güzel gidiyor. İnşallah güzel şeyler olacak yeni sezonda.
-Ankara'dan İstanbul'a uzanan bir kariyer yolculuğunuz var. Şöyle çocukluğunuzdan itibaren
sürecinizi dinlemek isterim…
Rahmetli babam Diyarbakırlı, rahmetli annem de Elazığlı. Elazığ'a gidip annemi kaçırmış.
Ankara'ya geliyorlar. Ankara'da 1961 yılında akıllarına geliyorum ama bir sene sonra beni
kaydediyorlar. Çünkü benden önceki iki tane ağabeyim ölmüş. Beni yaşatmak için de 8 ay
saçımı uzatmışlar, kulağıma küpe takmışlar. Ben bunu ilk kez buradan açıklıyorum size. Bir
de rahmetli Kemal Sunal biliyordu. Onunla bir film çalışmam olmuştu. Bunu da nereden fark
ettim? Ben 13 yaşında tıraş oluyorum. Kulağım delik. Hemen babama gittim. Dedim ki "Ya
baba benim kulağım delik." "Oğlum senden önce iki tane abin vardı. Onlar öldü. Biz de seni
yaşattk. Çünkü bizim oralarda erkek çocuk yaşamıyor. Kız çocuk daha çok yaşıyor doğuda.
Öyle bir adet varmış. Onlar daha çok yaşadığı için biz de senin kulağını deldik. Böyle
elbiseler falan giydirdik." Dinliyorum öyle hayretle. "İşte saçını falan uzattık oğlum. Baktık ki
sen yaşıyorsun. Seni kütüğe aldık." Ya dedim "Baba kandırdın mı?" "E kandırdık ki
yaşıyorsun oğlum sen" dedi. "Bizde adetti böyle" dedi. Sonra 15-16 yaşlarında lise
dönemlerinde arkadaşlarım bana Sadri Alışık rahmetliyi çok iyi taklit ettiğim için tiyatro
eğitimi almamı istediler. Ben dedim "Oğlum tiyatroyu nasıl yapacağım ben? 'Ya Yasemin ne
yaptın sen ayıptır ha' falan. Bu aksanda bir adamım." Ankara Halk Tiyatrosu'nda Erkan
Yücel'in eğitimine gittim. Rahmetli de çıkıyordu böyle merdivenlerde. Dedim "Ağabey
burada bir tiyatro varmış. Ben kursa girmek istiyorum." dedim. Böyle baktı. "Ne yapacaksın?"
dedi. "Vallahi çok seviyorum ağabey" dedim. "Git aşağıda temrin çalışmaları var. O temrin
çalışmasını geçersen seni alırız" dedi kursa. O zaman tabii kurs ücretleri falan öyle bir şey
yok, yetenekle. Girdim. 136 kişiydik. Yaklaşık 13 ay bir eğitim aldık. Çok bozuk bir aksanda
Türkiye'de çok önemli seslendirme çalışmalarına imza attım. Çok önemli aktörlerle çalıştım.
Yani şimdiki mesela Çetin Tekindor, Can Gürzap, Ecder Akışık'ların ders aldığı Nusret
Şenbay'dan diksiyon eğitimi aldım ben. İşte Lemi Bilgin'lerden aldım, Semih Sergen'den
sahne eğitimleri aldım. Dinçer Sümer'den, Erdinç Dinçer'lerden. Sonra da seslendirmeye
başladık. Sonra da Ankara Sanat Tiyatrosu'nda 3-4 sezon oyunlar oynadım. Sonra da birileri
geldi gördü. "Sıcak Saatler diye bir hikaye çekeceğiz" dedi. Mehmet Aslantuğ'lu, Arzum
Onan'lı. "Orada komiser Doğan karakteri var, oynar mısın?" dediler. "Olur" dedim. O şekilde
başladık. Ondan sonra ne kadar komiser, polis, emniyetçi, istihbaratçı, terörist varsa hepsini
canlandırmaya çalıştık.
LAY LAY LOM DİYE BİR ŞEY UYDURDUM, ÇOCUKLARIN DİLİNDE PELESENK
OLDU
-Seslendirmelerinize de değinelim istiyorum. Özellikle çok önemli animasyonlarda çok
önemli karakterlere hayat vermişsiniz…
Bir dönem bir kuşak, mesela 30-35'li yaşlar benim sesle büyüyen bir grup zaten. Mesela Ninja
Kaplumbağalar'da Michelangelo vardı. Pizza manyağı bir çocuk. İşte "Merhaba çocuklar"
diye konuşuyordu. R'ye 8 tane R çıkarırdı yani. Ne vardı? Dedektif Gadget vardı. Biraz sakar
bir dedektifti. "Merhaba, nerede benim Gadget komiserim? Lay lay lom." Lay lay lom diye
bir şey uydurmuştum mesela. Çocukların dilinde pelesenk oldu bu. Mesela Bugs Bunny'de
"Merhaba Erkidiş" derdim. Arkadaş değil de Erkidiş. Bütün çocuklar Erkidiş demeye başladı.
Arkadaş olduğunu biliyorlardı ama. Onun sevimliliği Erkidiş'ten. Dişlek ya. Mesela Taş
Devri'nde Kaptan Mağara Adamı vardı. "Kaptan Mağara Adamı geliyor anacığım" diye
sonuna anacığım filan ekliyordum yani. Türkçe bir şeyler ama çocuklar çok seviyordu.
Mesela Ağaç Kakan var. Woody Woodpecker var mesela. O diksiyonun değişmesi bir evrim
yani düşünebiliyor musun?
BENİ HALA AYŞECİK'TEN TANIYAN VAR
-Kariyerinizde sayısız iş var. O yüzden hepsini tek tek konuşmamız mümkün değil ama
hafızalara kazınan birkaç işe değinelim istiyorum. İlk gözüme çarpan "Ayşecik (Fıs Fıs)"
oluyor. Pek çok insanın hafızalarında yer edinmiş işlerdendir, sizdeki yerini sorsam kısaca…
Ayşecik mesela benim de unutamayacağım bir işti. Sıcak Saatler'i çekiyoruz. Bir yandan da
Ayşecik'i çekiyoruz. Ayşecik'in yönetmeni de sevgili Ayhan Önal'dı. Şimdi ben çok çocuk
programı yaptım, çok çocuk çizgilerinde kahramanları konuştuğum için Ayhan ağabey benim
bu işte de olmamı istedi Ayşecik'te. Obsesif bir adamı oynuyorum ben. Böyle sürekli ilaçlıyor
her şeyi. Yani nereye oturacaksa orayı ilaçlıyor falan yani. Hijyen bir pozisyona getiriyor,
öyle oturuyor. Ya arkadaş biri sevildi bu. "Fıs fıs mersi" herkes bunu taklit ediyor. Fakat ben
bir taraftan da Paganini dinleyen, Dostoyevski okuyan bir komiseri oynuyorum. Mehmet
Aslantuğ dedi ki "Ya senden bir şey rica edeceğim. Şimdi bunu çok sevdiler komiseri. Fakat
orada bir çocuk çizgi karakterde 'fıs fıs mersi' falan diyorsun. Hani olmuyor ya Mehmet'ciğim.
Hani teşekkür mü etsen ya da biz seni burada tatile çıkarsak." "Yok ağabey ben bunu çok
sevdim. Ben Ayhan ağabeyle konuşurum" dedim. Sonra oradan ayrıldım mahalleden, öyle bir
anlaşarak çıkmıştım. Öyle bir anım vardır benim Ayşecik'te. Hala da birileri görüyor beni 45-
50 yaşlarında. "Ya ben seni tanıyorum" diyor. Ben zannediyorum ki işte yeni çektiğimiz
işlerden. Ayşecik diyor bana.
OKTAY KAYNARCA İLE İNANILMAZ BİR DİYALOĞUMUZ VARDI, BİRBİRİMİZİ
TAMAMLADIK
-Arada pek çok proje var ama ben biraz daha yenilere gelmek istiyorum. Hala tekrarları dönen
ve ilgiyle izlenen işlerden biri de Adanalı'ydı. Nasıl bir projeydi sizin için?
Ya Adanalı Oktay (Kaynarca) ile ilk çalıştığımız iş, ilk tanıştığımız. 2008'den beri 17 senedir
çok iyi dostluk ve arkadaşlığımız var. Şimdi onun da bıyıkları var benim de bıyıklarım var.
Benim adım da Samet ama Çakma Adanalı koydu beni. Montumuz aynı taba rengi taba rengi.
Bıyıklar aynı falan saçlar aynı bilmem ne. "Sen bundan sonra Çakma Adanalısın" dedi. Ben
acıdan nefret ediyorum. Seviyorum acıyı ama rol gereği acıyı yiyemiyorum. Orada da
inanılmaz bir diyaloğumuz vardı. Çok birbirimizi tamamladık gibi oldu. Birbirimize çok
destek olduk. Çok iyi bir partner pozisyonunda gibiydik. O da çok sevildi ya. Mesela o da 70-
72 bölüm falan gitti. Yanılmıyorsam 42 bölümde vardım ben. Çok güzel bir işti o da.
ADANALI HEM SEVİMLİ HEM DE ZOR BİR SETTİ
Adanalı hem sevimli hem de zor bir setti. Hatta karavanda yazıyor Tayfun. Tayfun Güner,
hem yazıyor hem yönetiyor. Karavanda yazıyor aşağıya inip çekiyorduk yani. Öyle bir işti
yani zorlanmıştık, zorlandığımız zamanlar oluyordu.
SERENAY'I SERENAY SARIKAYA YAPAN İŞ ADANALI'DIR
-Serenay Sarıkaya'nın da sanıyorum ilk işiydi. Küçüktü bayağı…
İkinci diye biliyorum. İlk işini başka bir yerde yapmış ama ilk en profesyonel işlerinden biri
buydu. Yani Serenay'ı Serenay yapan iştir bu iş bence.
-Sonrasında Sakarya Fırat projeniz var. O da çok sevilen bir işti…
Ya rahmetli Osman Sınav beni davet ettiğinde "İki bölüm" dedi. "Yalnız çok riski bir rol"
dedi. Öyle deyince ben böyle bir gerildim. "Yani riskliden kastın ne ağabey?" dedim. "Ya
şimdi PKK terörü filan...", "Ağabey ben girmeyeyim" dedim. "Yok yok sakın çekinme. Çok
bıçak sırtı ama bunu çözecek kişi sensin. Senin aktörlüğüne güveniyorum. İçtenliğine
samimiyetine güveniyorum. Bir de aksanı çok iyi kullanıyorsun yöreden dolayı. Orada şive
danışmanlarımız var ama sen onlara şive danışmanları yaparsın" dedi. Oraya girdim. Oradaki
hikaye aslında bir teröristin hikayesi değil. Terörist, teröristleri ifşa ediyor. Yani aslında
devletini seven bir adam gibi göstermeye çalıştık. Ve nitekim onun o komedisini çıkarınca
seyirci çok sevdi. O yüzden o sevilmek var ya, o hani onların kalbine işlemek, onların yüzünü
güldürmek, yeri geldiğinde hüzünlendirmek, yeri geldiğinde küfrettirmek. O çok önemli bir
şey. Onu sevdirdiğin zaman da takdir ediliyorsun. Sana küfrettiklerinde de, sana kızdıklarında
da takdir ediliyorsun. Çünkü kötüyü oynamak çok ciddi bir güç yani.
-Ardından Arka Sokaklar, Filinta gibi işlerle devam ediyorsunuz ama sanıyorum en ses
getiren işlerinizden biri de Sen Anlat Karadeniz oldu...
O da şöyle; yine Osman ağabey ona çağırdığında senaristlere, "Şimdi ben bu adamı
çağırıyorum iki bölüm üç bölüm misafir olarak bize destek ol diye. Ama adam bir gidiyor
130-140 bölüm oynuyor. Bak bunda da misafir ha. Dikkat edin bu alır başını gider bak" falan
dedi. Hakikaten onda da 32 oynadım. Mithat Başkomiser diye bir başkomiserdi. O da çok
sevildi. Yöre halkı da çok sevmişti. Karadeniz işleri, güneydoğu işleri, doğu işleri, yöresel
işler seyirci üzerinde özellikle metropollerde yaşayanlarda olağanüstü bir etki bırakıyor.
BİZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ OLARAK ÇOK GÜÇLÜ BİR DEVLETİZ
-Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'a gelmek istiyorum. Yine ekranlara damga vuran, çok
sevilen işlerden biriydi. Sizde nasıl bir iz bıraktı?
Çok keyifli çok güzel bir işti. Severek çalıştığım bir işti. 5 sezonunda girdim. 6 Sezonun
sonu 7 sezonun başında çıkmıştım zaten. 34 bölüm oynadım onda da. O da Türkiye tarihini,
Türkiye gerçeğini anlatan bir proje. Türkiye'deki bir takım olumsuzlukları da olumlu olan
şeyleri, Türkiye'nin derin kimliğinin nasıl olması gerektiğini ya da aileler içerisinde bir takım
duygularının nasıl düzgün olması gerektiğini anlatıyor. Siyaset, sanat, mafya falan
Türkiye'nin gerçeği orada olduğu gibi vardı. Onun üzerine bir iş yapıldı mı? Mesela onun
öncesinde Kurtlar Vadisi vardır. Sonrasında bence bu vardır ama çok da güzel işler çıkıyor bu
arada. Bu tür şeyler de olacak. Türkiye'de bu gerçekleri biz asla yadsıyamayacağız. Böyle bir
gerçek var. Yani emniyet istihbaratı varsa, askeri istihbarat da var. Bir de milli istihbarat var
yani. Bu tür işler devletin içerisinde siyasete bulaşmış, uluslararası ilişkiler içerisinde hep var.
Bunların hepsini ne için var? Türkiye'nin aile menfaatlerinin çok daha değerli, çok daha güçlü
olması için. Biz Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak çok güçlü bir devletiz. Bunun korunması
ve kullanması için kullanmamız gereken ne varsa hepsini en doğru, en akıllıcı bir şekilde
kullanırız. Biz öyle bir devletiz çünkü.
EN ÖZEL İŞİM YUNUS EMRE'DEKİ AHİ MESUT'TUR
-Bu kadar iş konuştuk… Sizin için yeri en özel olan iş hangisiydi diye sorsam?
Mesela Sakarya Fırat'taki Miro evet çok böyle bıçaksırtı bir şeydi. Bütün karakterlerin yeri
ayrıydı ama en babası, benim kalp gözümü açan sevgili Mehmet Bozdağ'la çalıştığımız Yunus
Emre'deki Ahi Mesut. Esnaflarının başı olan Ahi Mesut diye bir karakteri canlandırmıştım. O
manevi ruhum, manevi yüzüm o hikayelerle bende çok daha farklı oldu. Elbette hepimizin bir
kalp gözü var. Elbette hepimizin bir duyarlı olduğu tarafımız var. Elhamdülillah çok şükür
Müslümanız ama o bende ya böyle bambaşka bir şeydi. Mesela bir esnaf duası vardı. Esnaf
duasını okurken sevgili Mehmet Bey'in babası filan da gelmişti. Hatta Tapduk Emre'nin
sohbetlerini dinlemeye gelirdi rahmetli. O benim mesela o yönümü çok ön plana çıkardı.
Biraz daha ahlaklı, daha maneviyata düşkün, daha böyle kalp gözlüğümle bazı şeyleri... Sevgi
çok önemli ya. Sevgi iyidir, iyilik iyidir. Onu bana o göstermişti. O yüzden Ahi Mesut'un,
Yunus Emre'nin bendeki yeri çok daha farklıdır yani. Çok daha özeldir yani.
İÇİNDE BULUNDUĞUM İÇİN MUTSUZ OLDUĞUM BİR İŞTE HİÇ ÇALIŞMADIM
-İçinde bulunduğunuz için mutsuz olduğunuz, "Keşke kabul etmeseydim" dediğiniz bir işte
hiç çalıştınız mı?
Yok. Hiç olmadı. Yani düşünüyorum şu ana kadar. Hiç öyle bir şey olmadı vallahi.
AĞABEYİ BACISINA, YENGESİNE TALİP OLAMAZ TÜRK TOPLUMUNDA BÖYLE
BİR ŞEY YOK!
-Son dönemdeki dizileri, senaryoları ve oyunculukları nasıl buluyorsunuz?
Çok keyifli, çok güzel işler var ama bir de bazı işler var ki özellikle aile işleri. Ve böyle kadın
çocuk muhabbetleri hep aynı döngünün içinde gidiyor. Hani bizde öyle bir kadın yok mesela.
Yani şöyle düşün; amcası yengesine talip olamaz. Ağabeyi bacısına yengesine talip olamaz.
Dayısı kızıyla, yeğeniyle flört edemez gibi böyle saçma sapan diyalogların yaşandığı aile
muhabbetlerinde çirkin, tedirgin edici, yozlaştırıcı, yapıyı bozan, buna özendiren diyeceğim
ama eğer adı özendirmekse çok çirkin bir özendirme, böyle bir şey sapkınlık bir kere. Öyle bir
şey yok, Türk toplumunda yok yani. Çok modern Avrupa yapılarında da olduğunu
zannetmiyorum. Ama bu feminen, farklı ilişkilerinde yaşandığı bu tür duyguların
özendiriliyor gibi gösterilmesi bence hikaye bazında çok yanlış. Bunlar bize yakışmayan
şeyler. Güzel hikayeler yok mu? Var. İyi oyunculuklar yok mu? Çok iyi oyuncular var ama
bir şey söyleyeyim. Hep bilinen oyuncular değil. Hep aynı adamlar değil. 5 kişi mi? O 5 kişi
değil ağabey. Onun arkasında zımba gibi gelen çok genç, çok dinamik, acayip, çok güzel
insanlar var. Çok yakışıklı adamlar var. Acayip karizmatik insanlar da var. Bizde mesela
konservatuardan mezun olan arkadaşlarımız şey derlerdi, "Ya arkadaş çok güzel kız yok." Var
ağabey var. Çok güzel kızlarımız var bizim yani. Çok güzel tiyatrocu kızlarımız var, çok
yakışıklı tiyatrocu oyuncularımız var.
TAKİPÇİ SAYILARININ İNANDIRICILIĞI YOK
-Oyuncuların projelere takipçi sayısına göre seçilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben ona inanmak istemiyorum ama ne yazık ki sosyal medyada görüyorum ve biz de
Türkiye'de yaşıyoruz. Sokakta yürürken arkadaşların da soruyor. İşte "İki milyon takipçisi
var" diyor. "Tabii ki onu seçecek" diyor. Arkadaş bunu ne yaptı da iki milyon takipçisi var
ya? Yani inandırıcılığı yok. Sen ne yaptın? Daha yeni yeni görüyorum seni. Çok yetenekli
evet ama hani bunlara inanılarak böyle bir şeylerin yapılıyor olması bence inandırıcılığını
yitirir. Yani sektörü de zora sokar. Bir süre gider bu. Kortizon gibi düşün. "Onun işte beş
milyon takipçisi var. Al onu iyi reyting yaparız." Hayır ağabey. Öyle olmayan öyle işler var
ki. Bakın benim bir tane izlediğim bir iş vardı. İnanılmaz takipçileri var, çok da iyi oyuncular.
Mehmet Aslantuğ, Deniz Çakır, Hülya Avşar. Beş bölüm sonra bitti ya. Böyle bir şey var mı
yani? Yani bunların böyle takipçileri. Bu kadar çok yoğun takipçileri yok. Bu neyle ilgili
biliyor musunuz? Takipçi sayısıyla ilgili değil, senaryoyla ilgili. Senaryonun samimi ve
gerçekten Türk insanına bize hizmet edecek, bize anlatacak bir şeylerin olması gerekiyor.
Bize anlatmıyorsa, hiçbir samimiyeti yoksa, inandırıcılığı yoksa, kimi koyarsan koy oraya
tutmaz. O yüzden bu tür insanların çok büyük takipçileri yok. Ama bakıyorsun yeni dönemde
çok genç kuşaktan. İki milyon takipçisi var, dört milyon, on iki milyon. Onları alıyorlar ama
böyle bir şey yok. Yani şöyle söyleyeyim; kortizonlu onlar. Çok fazla yer bulmaz. Ama inatla
buldurmaya çalışıyorlar, ayrı. Bir süre gider, bir süre sonra şişer. Şimdi yapay zeka diye bir
şey var. Bütün oyuncuklar rafa kalkacak, hadi bakalım.
Doğru ve güzel şeyler yaptığın müddetçe akılda kalıcı oluyorsun, seviliyorsun. 81 tane ilimiz
var değil mi? Her ilde benim bir tane evim var. Buna o kadar mutluyum ki. Oturup yemek
yiyip, evine gidip sohbet edeceğim insanlar var. Bu çok önemli. Ama benim 12 milyon
takipçim yok.
Sabah Günaydın Yotube
Röportaj: Yasemin Durna