- Cem Bey, kendi web sitenizde; sizin dilinizden, sizi okuduk fakat bir kere de bize özel, sizi sizden dinlemek isteriz… Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Nasıl bir ailede yetiştiniz, büyüdüğünüz evi bize biraz anlatabilir misiniz?
Babam Feridun Karakaya Amerika da Cilalı İbo filmi çekerken görüp çok beğendiği Hollywood yıldızlarının villaları gibi bahçeli müstakil bir villa yaptırmış. Çocukluğum ve gençliğim o muhteşem mahallede ve villada geçti. Şu anda artık pek kalmayan mahalle kültürü ile sokakta arkadaşlarımla oyun oynayarak büyüdüm. İlkokulda iken annem ve babam boşandıkları için abimi ve beni babam büyüttü. Hem annelik hem babalık yaptı bize. Abimde de bende de emeği çok büyüktür babamın. Evimizin arka bahçesinde tandır kuyusu vardı. Ayda bir kere babam süt kuzusu alıp kuyuya atardı neredeyse bütün mahalle bizim bahçede tandır yerdik. Çocukluğumu oldukça güzel geçirdim diyebilirim.
- Maria ile Mustafa dizisinde Bekir karakteriyle izliyoruz sizi. Çekimler nasıl geçiyor? Şehir dışında çalışmak nasıl hissettiriyor size?
Daha önce şehir dışında çalışmamıştım uzun süreli. Film çekimlerim olmuştu ama bu kadar uzun süre kalmamıştım. İlk defa bu kadar uzak kaldım. Pandemi koşullarında fazla seyahat etmek istemediğimizden İstanbul'a çok sık gelemiyorum zaten çekimlerden de pek vakit kalmıyor. Ama bir süre sonra aile hasreti oluyor. Temmuz'dan beri Ürgüp'teyiz ve 3 ya da 4 defa gidebildim İstanbul'a. Çekimlerimiz çok keyifli ve yoğun bir tempoda geçiyor. Müthiş bir set ekibimiz var ve oyuncu kadromuz çok eğlenceli. Zaten öyle olmasa biraz zor olurdu bu kadar uzun süre burada kalmak.
- İlk televizyon serüveniniz “Ustura Kemal” dizisi ile oldu. Nasıl bir süreçti?
Hayatım, babamın film setlerinde ve tiyatro kulislerinde geçti. Babamın bir filminde küçük bir de rol oynamıştım. Daha sonra Şehir Tiyatroları’na girdim ve bir oyunculuk ajansına kaydoldum. Oradan bana Ustura Kemal dizisi için bir teklif geldi ve öylece ilk dizi deneyimim oldu. İlk set günü çok heyecanlıydım hiç unutmuyorum. İnsan sevdiği işi yaptığı zaman kendini çalışıyor gibi hissetmiyor hakikaten. Benim için çok önemli ve güzel bir deneyim oldu. Oyunculuk pratik işidir bir yandan da. Ne kadar çok pratik yaparsanız o kadar iyi olabilirsiniz.
- Hangi oynadığınız dizi karakteri sizde özel bir yer bıraktı? “Bu rolü oynarken çok mutluydum” dediğiniz bir rol var mıydı?
Çiçek Taksi’de oynadığım Teoman karakterini çok seviyordum. Diziyi çekerken çok eğleniyorduk hakikaten çok keyifli bir ekibimiz vardı.
- Şu anda aktif oyununuz olan “Matruşka” bir kadın ve bir erkeğin kavgalarını, ayrılıp-barışmalarını yani bir ilişkiyi anlatıyor. Nasıl geçiyor oyun gösterimi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki kişilik bir oyun Matruşka. Oynayanlar bilir, iki kişilik oyunlar risklidir. Tempoyu sürekli yukarıda tutmanız lazım ki seyirci sıkılmasın. Oyun için çok uğraştık hakikaten. Masa başı çalışmalarımız oldukça uzun sürdü. Sonuçta ortaya müthiş bir reji çıktı. Yönetmenimiz Bora Seçkin ve diğer ekibimiz ile başarılı bir işe imza attığımızı düşünüyorum keza gelen yorumlar da bu yönde.
- Tiyatroda oynamadığınız fakat içinizde kalıp oynamak istediğiniz bir oyun veya bir rol var mı?
Ben küçükken babamın bütün oyunlarına giderdim. Bir oyunu 300 kere oynardı ben hepsini seyrederdim. O zamanlardan kaldı içimde. Müthiş bir komedi olan Oscar. Oscar'da babamın rolünü oynamak en büyük hayalim
- Bir oyuna hazırlanmak için nasıl bir süreçten geçiyorsunuz?
Oyun teksti elime geçtikten sonra oyunu defalarca okurum. Oyun ne anlatmak istiyor, karakterler kimdir, aralarındaki ilişkiler nasıldır vs. Dramaturji mezunu olduğum için daha rahat geçiyor benim için bu süreç. Daha sonra ekibimiz ile birlikte masa başı çalışmaları başlıyor. Tekstle ilgili varsa düzeltmeler kısaltmalar vs. Okuma provalarından sonra ise ayaklanıp sahne üzerinde provalara başlıyoruz. Uzun, zor ama bir o kadar da keyifli bir süreç hakikaten.
- Tiyatroda bir rol ile seyirciyi etkilemenin sizce en temel yolu nedir?
İnandırıcı gerçekçi doğal olmak. Seyirciye rol yaptığınız belli etmeden oynayabilmek bence en basit yolu.
- Peki, sahnedeyken motivasyon kaynağınız nedir?
Tabi ki seyirci. Bu işi seyirci için yapıyoruz. Seyircinin beğenisi alkışı en büyük motivasyon benim için.
- Yönetmenliğini yaptığınız “Fareli Köyün Kavalcısı” oyunu nasıl bir serüvendi? Bu zamana kadar sahnede ve televizyonlarda sizleri izledik fakat bu sefer sahne arkasında yönetmenlik yaptınız. Nasıl bir karardı? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yönetmenlik fikri uzun zamandır hep aklımdaydı. Çocuklar için bir şey yapma fikri de aynı şekilde. Çünkü “çocuklar ancak bu kadarını anlar” söylemi benim hiç onaylamadığım bir durum. Ben bunu kırmak için iki oyun yaptım. İlki Fareli Köyün Kavalcısı ikincisi ise Define Adası. İki oyunun da rejisi müzikleri oyunculukları dekoru Disney tadında oldu ve kapalı gişe oynadı. Şimdi sırada kendi yazdığım bir müzikal var. İnşallah pandemi bitince onu da hayata geçireceğim.
- Uzun yıllardır sanat camiasının içerisindesiniz. Geçmişten günümüze baktığınızda sektörde ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Sanata sanatçıya ilgi ve duyarlılık sizce ne durumda?
Sanat kavramının anlamı her geçen gün değişiyor. Herkese sanatçı deniyor… Bana sorduklarında oyuncuyum diyorum mesela. Türkiye'de sanata ilgi istenen düzeyde değil. İnsanlar tiyatroya sergilere operalara gitmiyor. Bunun nedenleri var elbette. Ama magazin haberlerinde gördükleri kadar ilgileri. Ben 1993 yılında Şehir Tiyatroları'na girdim. İlk 4 sene bana rol oynatmadılar. Hep koro, figürasyon ya da ufak roller. Şimdi maalesef öyle değil. Tiyatroya yeni giren oyunculara hemen roller başroller veriliyor. Bu işin bir pişme süreci vardır. Her şeyi hemen tüketme kültürü bu. Futbolda da böyle değil mi? Genç oyuncuları hemen yıldız diye lanse edip manşetlere taşıyıp kariyerlerini bitiriyorlar. Bu işin mutfağında daha çok zaman geçirilmeli bence.
- Siz nasıl bir izleyicisiniz? Tiyatro, sinema veya dizi izlerken nelere dikkat edersiniz?
En sevmediğim yönüm bu. Malesef çok acımasız olabiliyorum bu konularda. Zor beğenen bir insanım ve kriterlerim çok fazla. Yurtdışında çok oyun seyrettiğim yabancı dizileri ve filmleri çok takip ettiğim için belki de.
- Meslek hayatınız boyunca yaşadığınız birçok anınız vardır. Unutulmaz bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
1999 yılında babam ile birlikte Şehir Tiyatroları'nda bir orta oyunu oynuyorduk. Fotoğrafçı. Ben laz oynuyordum. Babam ile karşılıklı bir sahnemiz vardı. Bir gün ilk defa babamın karşısında alkış aldım. O sırada babamın bana gurur dolu bakışını asla unutamam. Oyundan sonra bana gelip “şimdi gerçekten oyuncu oldun işte” demişti.
- Son olarak, eklemek istedikleriniz?
Herkesin tiyatroya gitmesini rica ediyorum. Çünkü ‘Sanat iyileştirir, kendini iyi hissettirir.’ Gittikleri zaman ne demek istediğimi anlayacaklar.