05-09-2025
Resim ve grafik merakıyla başlayan kariyer yolculuğu, annesinin yönlendirmesiyle
konservatuvara uzandı. Tiyatro sahnelerinden Londra'daki eğitimine, dans tutkusundan usta
isimlerle yaşadığı anılara kadar hayatının dönüm noktalarını samimi sözlerle anlattı. "Deli
Yürek" ve "Sakarya Fırat" başta olmak üzere sette geçen anılarını paylaştı, sektörün bugünkü
durumuna dair dikkat çeken yorumlarda bulunmayı da ihmal etmedi. "Biyografi'k" yeni
bölümünde Kürşat Alnıaçık'ın hayatına ışık tutuyor; çocukluğundan gençliğine, sanat
hayatından bilinmeyenlerine kadar merak edilenlerini irdeliyor.
Usta oyuncu Kürşat Alnıaçık, Sabah Günaydın YouTube kanalında "Biyografi'k" programının
yeni bölüm konuğu oldu. Alnıaçık, kariyer sürecine ve sanat hayatına dair Yasemin Durna'ya
çarpıcı açıklamalarda bulundu. "Beni istemeyenlerle çalışmam, arkamı döner giderim bir daha
da bakmam" diyen Alnıaçık, yıllar sonra Osman Sınav ve Kenan İmirzalıoğlu ile ilgili
anılarını da paylaştı. "Deli Yürek" döneminde Osman Sınav'ın Kenan İmirzalıoğlu'na,
"Kürşat'ı bırakma, çok şey öğreneceksin ondan" dediğini anlatan oyuncu, televizyon
dünyasının değişen dengelerini, kırgınlıklarını ve kötü karakterleri canlandırmaktan aldığı
keyfi de samimi sözlerle dile getirdi. İşte röportajın tüm detayları…
-Neler yapıyorsunuz?
Şu anda çok fazla bir şey yapmıyorum. Yaz dönemindeyiz. Sıcaklar var tabii ki, o çok
zorluyor. Bir de hoş bir heyecan içindeyim aslında. Oğlum bu sene liseyi bitirdi, üniversite
sınavına girdi. Ve fakat gastronomi okumak istediği için kendi araştırdı, soruşturdu.
İspanya'da, Valencia kentinde bir gastronomi okulu var. Orayla yazıştı. Sonuçta oraya
gidiyor.
-Çocukluğunuzdan başlayalım… Ankara doğumlusunuz, nasıl günlerdi, nasıl bir çocukluktu
sizinki?
O günler o kadar eskide kaldı ki… Yani çok güzeldi tabii. İnsan ilişkileri çok güzeldi.
Mahalle arkadaşlıkları vardı. Mahalle maçları vardı. Aşağı mahalle yukarı mahalle kavgası
vardı. Ama kimse kimseyi incitmeden. Güzel ilişkiler vardı. İşte Fatma teyzeler, Ayşe
teyzeler vardı. Onların kapısını çalar ekmek isterdin, su isterdin. Herkes birbirini tanırdı o
mahallede. Mahalle kültürü vardı yani. Çok güzel günlerdi onlar. Sonra işte bir ailevi
meselelerden dolayı biz İstanbul'a geldik. Ortaokula başladım. İstanbul'da başladım.
-Oyunculuk sevdanızı babanız sayesinde mi keşfettiniz? Usta oyuncu ve yönetmen Raik
Alnıaçık bu anlamda bir öncü oldu size diyebilir miyiz?
Hayır, hiç alakası yok. Hiç olmadı. Daha çok annem ısrarcıydı bu konuda, "Oğlum
konservatuara gir oğlum konservatuara gir." Benim resme çok merakım vardı. Kalemim
iyidir, çizimlerim iyidir. Üniversite imtihanına girdim, ilk elemeyi kazanamadım. O zaman da
babamın bir arkadaşı var. Reklam ajansı var. Dedi ki "Oğlum git bari hem üniversite sınavına
hazırlanıyorsun. Git orada da birazcık da çalış bir şey öğren." Orada grafikerlik yaptım ben.
Ama ciddi grafikerlik yaptım. Sonra karanlık odaya merak saldım. Karanlık odada agrandizör
var, onun nasıl kullanılacağını öğrendim. Filmler alıp filmler basıyordum. Onu işte
Cağaloğlu'na götürüyordum falan. Baya hayatım değişti benim bir anda. Hem üniversite
hazırlık kursuna gidiyorum, hem de böyle bir şeyin içindeyim. Ve müthiş keyif aldım bundan.
Sonra Ali ağabey, yanında çalıştığım arkadaş. Dedi ki "Oğlum seni güzel sanatlar sınavına
sokalım. Oraya hazırlan. Başaracağına da inanıyorum" dedi. Hakikaten ben de kendime çok
güvendim. İlk elemesine girdim, kazandım. İkinci aşamaya gireceğim. Ali ağabey "Bak çok
insan var buraya giren. Benim de tanıdıklarım var. Kulaklarına bir kar suyu kaçırsam ister
misin?" dedi. "Yok saçmalama Ali ağabey. İkinci olarak ilk elemeyi kazanmışım zaten.
Girerim ben sen sakın öyle şeylere girme" dedim. Girdim ve kazanamadım (gülüyor). Sonra
işte annemin ısrarıyla konservatuara girdim. Sınava hazırlandım. Sonra dedim ki benim zaten
yapacağım başka bir şey yokmuş ki. Bu benim hayatım oldu. Ben başka bir iş yapamazmışım
zaten. "Annem haklıymış" dedim. Hakikaten de çok sevdim. Sonra konservatuara son
sınıftayken bize bir workshop neticesinde 15 günlük bir Londra'dan London'ın principal'ı
geldi. Yaptı gitti ama meğer yanında burs getirmiş. Bir haber geldi ki seni Londra'ya
istiyorlar. British Council aracılığıyla. Okul bittikten sonra oraya gideceksin. Bir sene
boyunca İngilizce kurslarına gittim. Ondan sonra okul bitti ben Londra'ya gittim. Londra'ya
gittiğimde ikinci günü dans okuluna gittim. Tabii insan kendini çok donanımlı hissediyor.
Diyorsun ki "Bir an önce Türkiye'ye geleyim de ben kendimi göstereyim" falan böyle. Müthiş
bir hevesle dolmuşum çünkü. Fakat geldim, hiç beklediğim gibi bir şey yok. Keşke
gelmeseydim yani. Ama dans benim için de her zaman hayatımın içinde oldu. Evet, ben bunu
gösterecek bir ortam bulamadım ama ders verdim. Modern dans dersleri verdim bir özel
okulda yaklaşık 18 sene falan devam ettim orada. Bayağı işler yaptık. Çok da güzel oldu.
Sonra da ayrılmak zorunda kaldım. Ayrıldım, bıraktım dansı. Ama her zaman benim
hayatımdaydı ve tiyatroda da bunu çok yararını gördüm. Hala da vardır dans ama artık
bedenimle kendim çalışıyorum. Bir yerde performe yapmıyorum.
ŞU AN OLSAYDI ÇOK BAŞARILI OLURDUM
-Herhangi bir projede dansla ilgili bir performansınızı gördük mü hiç hatırlayamadım. Yoksa
da buna dair bir proje yapmak veya içinde olmak ister misiniz?
Çok proje ürettim ben. Bundan yaklaşık 20 sene oldu. Çok şeyler istedim yapayım. Fakat bir
türlü bunu hayata geçiremedim. Hep yalnız kaldım. Mesela şu anda olsaydı çok imkan var
ortalıkta. Çok da başarılı olurdum. Ama şimdi bende o istek kalmadı. O yüzden yanlış
zamanda oldu her şey.
-En azından televizyon izleyicisi sizi ekranlarda gördü ve projelerinizi keyifle izledi…
Orada şanslıydım. Yani benim kaç tane dizim varsa, 20-25 tane dizi çektiysem zaman
içerisinde bunlardan hani 5-6 tanesi hani çiğnediğiniz zaman lezzeti olan, tadı damağınızda
kalan dizilerdi. Osman Sınav'la da orada tanıştım zaten. Osman ağabey hem hocam, hem
ustam, hem arkadaşım, hem ağabeyim. Bir okuldu Osman Sınav. Çok insan yetiştirdi, çok
yönetmen yetiştirdi. Bana çok destek olmuştur bu anlamda.
OSMAN SINAV KENAN İMİRZALIOĞLU'NA "KÜRŞAT'I UNUTMA" DEDİ
-Herkesin hafızalarına kazınan "Deli Yürek" dizisiyle başlamak isterim. Nasıl dahil
olmuştunuz projeye hatırlıyor musunuz?
Çok gençtik tabii o zaman. Kenan İmirzalıoğlu da çok gençti. Toy bir delikanlıydı. Hatta
Osman ağabey dedi ki Kenan'a, "Bak bu çocuğu unutma. Kürşat'ı bırakma. Çok şey
öğreneceksin ondan." O da tabii böyle çok hakikaten toy bir delikanlıydı. Ama ben projeye
nasıl dahil olduğumu hatırlamıyorum. Ama ondan önce Osman Sınav'la tanışıklığımız vardı
zaten. Süper Baba'da galiba tanışmıştık. Ondan sonra bu proje çıktı, cast yapıldı. 'Savaş
Doğan' karakterine de beni uygun görmüş. Ve çok da doğru bir seçimdi. Oradaki bütün cast
çok doğruydu. Bir de Osman Sınav'ın böyle bir yanı da var. Yani doğru cast seçiyor. Ve
herkes çok sevdi. Hikaye çok güzel. İlk defa yapılıyor. Türkiye'de böyle bir şey yapılmamış.
Ortam çok serbest. Anlattığı mevzu da yani şimdi yapamazsınız onu yani. Öyle kolay değil o
iş. Fakat tutmadı. Yani şöyle tutmadı; biz 20 bölümü falan çekiyorduk. En dipteyiz. Reyting
sıralamasında en alttayız. Kimse seyretmiyor. E şimdi bu parayla dönen bir durum. Osman
ağabey bizi topladı dedi ki "Çocuklar biz bunu bitireceğiz. Ben bitirmek istemiyorum ama
sizin paralarınızı ödeyemiyorum. Ama bu iş tutar. Sonuna kadar gidersek bu iş tutacak. Ama
paranı biraz sıkıntılı olacak. Ödemeler sıkıntılı olacak." dedi. "Hayır hocam biz devam
edeceğiz" dedik. Herkes çok seviyor çünkü. Belki de öyle bir rol oynayamazsın. Bir de çok
özgür çalışıyoruz. Bir tek gece çalışmasını çok seviyor Osman Sınav. Gün bitmiyor, gece
bitmiyor. Sürekli setteyiz. Ona rağmen iş tuttu. Tutmayan iş inatla tuttu. Askerler nöbete
çıkmıyordu. Erler nöbete çıkmıyordu dizi seyrediyorlardı. Sokakta yürüyemiyorduk. Neyse 4
sene sürdü o iş. Dört sezon gitti. Çok hit dizilerden bir tanesi oldu yani. Sonra onun üstüne
şey başka dizi başladı ama her şeyin öncüsü oldu. Mesela bizim Sakarya Fırat da öyle.
HERKES "DİZİ AŞKI BİTECEK" DEDİ, 15 SENEDİR EVLİYİZ
-Ona gelecektim ben de. Çok sevilen işlerinizden biri de Sakarya Fırat'tı…
Evet. O da başlangıç işidir. Yani o da Türk askerini anlatan, o PKK ile aralarındaki çatışmayı
anlatan. Onun üzerinde bir sürü şey çekildi ondan sonra. Ama bunun hep ilklerini yapan
Osman Sınav oldu. Eşimle orada tanıştım. Herkes "Dizi aşkı bu bitecek" dedi. Ama bitmedi
15 senedir evliyiz. Onunla orada tanıştım. Çok sevdim. O da aşık oldu bana, ben de ona aşık
oldum. Hayatımız onunla devam ediyor. Öyle de bir yanı var yani Sakarya Fırat'ın.
Dostluklarımız oldu. Oradan çok iyi oyuncular çıktı. Şimdi piyasada çok güzel işler
yapıyorlar. Güzel dostluklar kuruldu. Hani evliliklerin dışında da güzel dostluklarımız oldu.
Herkes çok güzel şeyler öğrendi. Bir kere dağın başında çalışıyorduk, şartlar çok zordu. O
şartların zorluğuna rağmen bir işin ne kadar kaliteli olabileceğini herkes gördü. Çok keyifliydi
o proje de. Çok güzel oldu.
İYİ KARAKTER OYNAMAYI SEVMİYORUM, KÖTÜ ADAM HER ZAMAN AKILDA
KALIR
-Ve benim en sevdiğim işlerden biri olan Medcezir… Savaş Doğan kadar Turunç Nadir de
hafızalarda. Kötü bir karakterin yine iliklerimize kadar işlendiği bir işti. Sizdeki yerini
sorsam…
Şimdi şöyle bir şey var; ben kötü karakter oynamayı seviyorum. Bana soruyorlar "Ya bir kere
de iyi karakter oynasana" diye ama ben sevmiyorum iyi karakter oynamasını. Kara Sevda'da
mesela Nelay'ın babası olarak tanındım mesela ben. Çünkü iyi bir adamdım, kötü bir adam
değildim. Kötü adam her zaman akılda kalır. İyi adam böyle gelir geçer. Kötü adam
perspektifi olan bir karakterdir. Çiğnedikçe lezzeti artar. Üzerinde araştırma yapma imkanı
verir size. Alt yapısı çok zengindir. İşte psikolojisi vardır, geçmişi vardır, ne istediği vardır.
Ama iyi adam eğer başrol değilse, oradaki adamlardan biriyse işte kızın babası olarak akılda
kalırsınız.
Ama diğer rollerimin hepsini isim olarak seyirci biliyor. O yüzden ben oradan ayrılmak
istedim mesela. Birinci sezonun sonunda "Beni Kara Sevda'da öldürün" dedim. Yani ben
çalışmak istemiyorum. Gitmiyor çünkü olmuyor. Her şey para değil yani bir de siz oynarken
de bundan keyif almalısınız. Medcezir'i oynamak gibi o kadar keyifli bir işten sonra o kızın
babası… Yani hiçbir şey vermedi bana. Her oynadığım kötü karakter de farklıdır. Her kötü
adam aynı olmaz ki, yaşamları farklı çünkü. Beklentileri farklı, hisleri farklı, alışkanlıkları,
geçmişi her şeyi farklı oluyor. Ona göre siz de kendinizi belirliyorsunuz. Oradaki kötü adam
bir önceki oynadığım kötü adamdan da farklıydı. O yüzden farklı oluyor ve o çok keyif
veriyor tabii ki. Hem izleyene çok keyif veriyor hem de oyunculuk anlamında çok keyif
alıyorsunuz.
-Sonrasında "Diriliş Ertuğrul", "Kurşun", "Nöbet", bugünlere doğru "Yalnız Kurt" ve son
olarak "Kör Nokta"… Kariyerinize sığdırmış olduğunuz sayısız işler. Kısa kısa değinelim…
Yalnız Kurt ve Kör Nokta aslında normalde çekmeyeceğim işler. Osman ağabeyin rahatsızlığı
devam ediyor ve onunla olamamak endişesinden kaynaklı olmak istedim o projede. Nitekim
iki sezon gitti aşağı yukarı. Güzel bir diziydi. Oynadığım karakteri de sevmiştim ben. Fakat
onda sıkıntı senaryoydu. Bir de oyuncu kastında sıkıntılar vardı. Bitti. O zaman da Osman
Sınav'ın rahatsızlığı biraz daha artmıştı. Konsantre olamıyordu çekimlere. Senaryoya hakim
olamıyordu. Doğal olarak olamıyordu yani. Ve o bitti. Sonra arkasından Kör Nokta geldi. Kör
Nokta da hemen akabinde çıktı zaten. Ve artık Osman Sınav iyice kötüleşmişti. Yanında
olmak istiyordum, önemli olan oydu. "Senin bu projede olmanı istiyorum." dedi. "Peki
hocam, olurum" dedim. Nasıl diyeyim; babasını kaybetmek istemeyen, ağabeyini kaybetmek
istemeyen, yanında olmak isteyen, her anısını çoğaltmak isteyen biri… O yüzden olur dedim.
O da olmadı zaten. Olmayacağı belliydi yani. Onun da senaryosu çok olamaz bir şeydi.
Herkes elinden geleni yaptı ama olmadı. Olamazdı zaten. Sonra da rahmetli oldu Osman
ağabey.
Ben çok güzel işler yaptım. Bundan da mutluyum. Çok şey öğrendim, çok dolu hissediyorum
kendimi hala. Tabii ki çalışabileceğimi de hissediyorum. Öyle bir enerjim var. Ama böyle
basit bir işte de çalışmam. Hani çalışmış olmak için de çalışmam. Hele beni istemeyenlerle
hiç çalışmam. Arkamı döner giderim bir daha da dönüp bakmam bile yani. Çünkü şöyle bir
durum var; genel baktığınız zaman Türkiye'de eskiden Türk sineması yoktu belki ama Türk
sineması vardı aslında. Kendini anlatan bir sinemaydı. Öyle bir sektör vardı. Diziler keza
öyleydi. Şimdi her şey o kadar basit bir hale geldi ki, sadece işin ucunda para kazanalım da
nasıl kazanırsak kazanalım. Oraya bir tane genç kadın koyalım, güzel bir erkek koyalım.
Onlar işte sevgili olsunlar. Eskiden de böyleydi ama eskiden bir konu vardı. Bir senaryonun
bir ağırlığı vardı. Yönetmenler, yapımcılar "Sadece biz bu yüzden para kazanmayalım. Aynı
zamanda da bir isim olalım. İlk biz yapalım." derdi, böyle bir yarış vardı sektörde. Şimdi öyle
bir şey de yok. Yani herkes her şeyi yapıyor zaten. Bir de şöyle bir sevda da var; aman bu
çektiklerimizi yurt dışına satalım da oradan ek bir gelir olsun. Oradan da bir para kazanalım.
Yani her şeyin sonu para, oraya gidiyor. Dünya paralar da dönüyor ortalıkta.
BAŞKA OYUNCU YOK MU? TÜM İŞLER HEP AYNI OYUNCULARLA!
-Yani sanatı biraz daha geri plana attık aslında diyorsunuz…
Evet. Halbuki tam tersine yani bugün İngiliz sinemasına bakıyorsunuz, Norveç'e
bakıyorsunuz. Ne bileyim Avrupa sineması… Yani o kadar güzel işler yapıyorlar ki. O kadar
güzel diziler var ki. Ve orada da güzel kadınlar, güzel adamlar var. Ama hepsi oyuncu. Yani
sadece yapımcı onu güzel olduğu için seçmemiş. Aktör, aktris hepsi. Hepsi de bir tiyatroda
çalışıyor. Aynı zamanda geliyor orada bir tane de dizi çekiyor, o kadar. Ama bizde öyle bir
şey yok. Bizde maalesef dizi oyuncusu ve tiyatro oyuncusu var. Dizilerde oynayan
tiyatrocular yok mu? Var tabii ki. Ve çok da kıymetli oyuncular var. Ama sen o kıymetli
oyuncuları çalıştıramıyorsan, basit basit işlerde kullanıp... Hele ki bir dizide onu görüyoruz. A
dizisinden sonra B dizisini açıyorsun yine o var. Öbür projeye bakıyorsunuz bir sene sonra
yine orada da o oynuyor. Ya yok mu başka oyuncu yani? Bir sürü piyasada konservatuar
mezunu insanlar yapımcıların, yönetmenlerin peşindeler. Her neyse sonuçta başka bir yerde
olmalıydık. Maalesef olamadık. Olamıyoruz da. Bunun yanında her işi de kötülemiyorum,
sakın yanlış anlaşılmayayım. Çok güzel işler de var. Ama hep aynı oyuncularla var o işler.
-Oyuncu olmak için tiyatro tozu yutmak şart mı?
Şimdi bu oyunculuk eğitim işi. Ama bu eğitimi siz konservatuarda ya da tiyatro okullarında
da alabilirsiniz, bir ustanın yanında çalışarak da alabilirsiniz. Aynı zamanda usta-çırak
ilişkisidir oyunculuk. Mesela şimdi Kenan İmirzalıoğlu konservatuar mezunu mu? Hayır
değil. Yüksek matematik mezunu üniversiteden. Ama bu işe o kadar gönül vermiş ki; o kadar
iyi ustalarla, yönetmenlerle çalıştı ve kendini geliştirdi ki. Amerika'ya gitti, orada
workshop'lara katıldı vs. Hatta ben çok üzülmüştüm dönüp geldiği zaman. Şu anda
Amerika'da bir numaralı aktördü Kenan İmirzalıoğlu. O kadar iyi oldu ki artık bir okuldan
mezun olan bir aktör ya da aktristen daha başarılı belki de. Ama dediğim gibi yani sokaktan
geçen adama da "Gel sen şunu oyna" diyemezsiniz elbette. Mutlaka bir toz yutmalıdır, tozun
yanında öksürmelidir, düşmelidir, kalkmalıdır, ağlamalıdır, hınçlanmalıdır, üzülmelidir
sabahlara kadar hıçkıra hıçkıra ağlamalıdır. Psikolojisi bozulabilir vs. ama yavaş yavaş
dolmaya başlar. Doldukça onu boşaltmak ister. Boşalttıkça yeniden dolmak ister. Oyunculuk
böyle bir şey. Gözlem yapmak zorundasınız. Bir oyuncunun mutlaka gözlem yapması lazım.
Etrafı gözlemesi lazım. Bir de kendi ustasına da tamamıyla kendini açıp kendini ona
bırakması lazım ki bir şeyler öğrensin.
OYUNCU ÖNYARGILI OLMAMALI, BU YANLIŞ BİR CÜMLE
-Bir oyuncu sizce her rolü oynamalı mı, oynayabilir mi?
Ya oynayabilir tabii. Niye oynamasın? Kendi yapısı ve yeteneği ölçüsünde yapabilir; ama
başarılı olur ama olmaz. Yani dünyanın en yetenekli oyuncusu da her rolü oynayabilir ve
başarılı olamayabilir. En yeteneksizinin kendi içinde oynadığı bir rol, dersin ki "Ya bu adam
nasıl oynamış o rolü?" Olabiliyor bazen aradan çıt diye çıkıyor. Ama şu yanlış bir laf, "Ben
fakiri çok iyi oynarım ama zengini oynayamam." Hani bu çok önyargılı bir durum.
Oyuncunun bunu konuşmaması lazım. Yani bu yanlış bir cümle yani bana göre.
-Geçmiş dönem ile şimdiyi kıyaslayınca kazançlar konusunda neler söyleyebilirsiniz? Adaletli
bir dağılım olduğunu söylemek mümkün mü sizce?
Yani şimdi Türkiye'nin ekonomisi her an değiştiği için bir şey diyemiyorum. Eskiden de
başrol oyuncuları yüksek rakamlar alıyordu. Çünkü şöyle düşünün; her sahnede varsınız. Bu
ne demek? Her gün setiniz var. O rolünüz icabı atıyorum at binmelisin, çamura girmelisin. Ya
da rolün neyse, ne anlatıyorsa çekilen dizide hep oradasın. Ama sen mesela haftada iki gün
çalışıyorsun ama o haftanın yedi günü çalışıyor. Her gün sabahtan akşama kadar çalışıyor.
Tabii ki bunun da bir karşılığı olmalı yani. Ben bir adaletsizlik olduğunu düşünmüyorum.
Yani buradan bakıldığında. Fakat şöyle de bir durum var; evet, ben haftanın iki günü
çalışıyorum, o da yedi günü çalışıyor ama yani adam ne okul bitirmiş, ne bir şey yapmış.
Sadece manken. Hani küçümsemiyor asla ama duruşuyla orada para kazanıyor. Yani şimdi
buradan bakıldığında bu da bana adaletsizlik geliyor. Ama öbür açıdan baktığın zaman hayır,
son derece adaletli.
Kürşat Alnıaçık: Beni istemeyenlerle çalışmam! Arkamı döner giderim, bir daha da bakmam
-Yeni dönemdeki dizileri, senaryoları ve oyunculukları nasıl buluyorsunuz? Bir de
oyuncuların projelere takipçi sayısına göre seçildiği söyleniyor…
Ben proje izlemiyorum bir kere. Çok kötü bir dizi izleyicisiyim. Yani bana şu dizide kim
oynuyor ya da bu oyuncu nerede oynuyor diye sorun, ben hiçbir şey bilmem. Ama önde gelen
oyuncuları biliyorum. Hele ki tiyatro kökenliyse onlar. Ama yani bir havuz var, bu havuzun
içinde kırk tane oyuncu var. Bu kırk tane oyuncu her yerde çalışıyor. Şimdi seyircinin de
şöyle bir avantajı var bu konuda; sürekli gördüğü oyuncuyu takip etmek istiyor. Hele böyle
güzelse, yakışıklıysa, başarılıysa vs. onu takip ediyor. Ve o dizi reyting almaya başlıyor. O
oradan çıkıyor başka bir diziye geçiyor. "Ah Ahmet oraya geçmiş" diyor, gidiyor onu
izlemeye başlıyor. Bu yani çok tasvip ettiğim bir durum değil. Senaryolar işte eskiden 90
dakika üzerinden yazılıyordu. Şimdi çıktı 120 dakikaya, 130 dakikaya. Bu demek oluyor ki
130 sayfalık bir iş çekiliyor. Senaristler haklı, nasıl yetiştirecekler? Yani aynı sahneyi bir
bölüm önce oynamışsın. Üç bölüm sonra aynı sahne, benzer sahne. Diyorsun ki "Ben
konuştum bunları, bunları söyledim." Şimdi senaristler de haklı bu durumda. O zaman da işin
kalitesi düşüyor. Çok başarılı işler yapılıyor, o ayrı. Ama bunun yanında bir sürü de böyle
yalap şalap işler de var yani. Ben emeğe karşı bir insan değilim. Hepsine şapka çıkarırım.
Ama kimi kendini anlatan ve hakikaten kaliteli olduğunu hissettiren bir iş. Öbür tarafta da
diyorsun ki kimse hatırlamayacak bile o diziyi.
Kürşat Alnıaçık: Beni istemeyenlerle çalışmam! Arkamı döner giderim, bir daha da bakmam
KIRGIN OLDUĞUM BİR YAPIMCI VAR, BENİ ÇOK ÜZDÜ
-Bazı insanlara da böyle bir kızgınlığınız, kırgınlığınız var gibi hissettim…
Kızgın olduğum yok ama kırgın olduğum bir yapımcı var. Onu söylemeyeceğim. Çünkü
yanlış anlaşıldım. Ama yanlış anlaşılmamam gerekiyordu aslında. En azından bunu benimle
konuşabilirdi. Yani "Kürşat gel bir konuşalım. Ben böyle bir şey hissediyorum. Acaba doğru
mu hissettim?" demeliydi. Çünkü yakındı. Ama ismini vermeyeceğim. O beni çok üzdü. Hala
da üzüyor. Öfkeli değilim, kırgınım. Çünkü öyle bir insana yakışmıyor yani.