Çok çekingen, içine kapanık bir çocuktu, öyle ki kendi ses tonunu bile hatırlamıyor…
Oyunculuk için makine ressamlığını bıraktı, tutkusunu "5 kere daha dünyaya gelsem yine
oyuncu olurum" sözleriyle dile getirdi. Bu mesleğe dair öğrenci evinde geçirdiği zor şartları
ve ilk oyununda yediği tokatı, seyircilerin arasına yuvarlanışını unutamıyor. "O günlerin
kıymetini bilememişim" dediği günler, daha önce su yüzüne çıkmayan ve şaşırtan ayrılıkları,
gündeme dair tüm düşünceleri... "Biyografi'k" yeni bölümünde Selda Özbek Orpak'ın
hayatına ışık tutuyor; çocukluğundan gençliğine, sanat hayatından bilinmeyenlerine kadar
merak edilenlerini irdeliyor.
Ünlü oyuncu Selda Özbek Orpak, Sabah Günaydın YouTube kanalında "Biyografi'k"
programının yeni bölüm konuğu oldu. Tiyatroya ara veren ve son olarak dijital bir platforma
10 bölümlük bir dizi çeken Özbek; çocukluğuna, gençliğine ve sanat hayatına dair Yasemin
Döngel'e çarpıcı açıklamalarda bulundu. Şimdilerde gençlerin çoğunun oyuncu olmak
istemesine sitem eden oyuncu, "Şu anki gençlerin 3'te 2'si oyuncu olmak istiyor. İstemeyin.
Bu meslek paranın ünün kapısı değil" sözleriyle oldukça ses getirdi. İşte röportajın tüm
detayları...
-Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?
İyiyim teşekkür ederim. Bir dijital kanala 10 bölümlük bir diziyi daha yeni bitirdim. Onun
dışında görüşmeler devam ediyor. Bu sene tiyatroya ara verdim çünkü bu yoğunlukta her şeye
birden yetişmek biraz zor olduğu için ona ara verdim. Onun dışında çoluk çocuk, ev, yaşam,
hayat devam ediyor.
ÇOK ÇEKİNGEN BİR ÇOCUKTUM, KENDİ SES TONUMU BİLE HATIRLAMIYORUM
-Çocukluğunuzdan başlayalım… İzmir'de doğup büyüdüğünüz bir çocukluk/gençlik dönemi.
Nasıl bir çocuktunuz, nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
İzmir'de doğdum büyüdüm. Babamı çok erken yaşta kaybettim. Bir ağabeyim var. İşte bir
annem bir ağabeyim biz çok küçük bir aileydik yani. İzmir'den ben 18 yaşında üniversiteyi
kazanınca ayrıldım. Aslında lisede falan çok çok çekingen bir çocuktum. Yani çok içime
kapanıktım, kendi ses tonumu bile hatırlayamıyorum. Böyle bir şey sorduklarında "Hı hı"
falan derdim "Evet" yerine bile yani. Çok içine kapanık çok çekingen bir çocuktum her
zaman. Öyle bir çocuk nasıl oyuncu olmaya karar verdi diye bir şey geliyor ondan sonra.
Geçenlerde Yeşilçam ustalarımızdan birinin bir lafını duydum, "Ne kadar güzel ya bu, sanki
benim için de söylüyor bunu" dedim. Demişti ki, "Oyunculuk utangaç insanların çığlığıdır."
Ve aldım kabul ettim bu lafı ben. Bir dönüşüm geçirmişim ben ve oyunculuk da bana bu
konuda acayip yardım etmiş. Şimdi geriye dönüp baktığımda öyle görüyorum.
HER ŞEYİ GÖZE ALDIM VE O OKULU BIRAKTIM
-Oyuncu olmaya karar verdiğiniz anı hatırlıyor musunuz peki? Ne oldu da "Oyuncu
olmalıyım" dediniz?
Aslında benim ilk üniversitemden Halk Eğitim Merkezi'ne gitmiştim Antalya'da. Orada çok
amatör olarak bir oyun sahneledik biz. O zamanın seyircisi de bambaşkaydı böyle kapı baca
yıkılıyordu bir amatör tiyatro için yani. Sonra o sahneyi çok sevdim ben, o okulu bıraktım.
"Yok, ben oyuncu olmak istiyorum" dedim. Yani her şeyi göze aldım, o okulu bıraktım,
sadece sınava hazırlandım, ondan sonra da işte gittim kazandım ve oldu.
-Bıraktığınız bölüm makine ressamlığıydı değil mi?
Evet.
GİTTİĞİMDE ORAYI BİTİREMEYECEĞİMİ ANLAMIŞTIM
-Hiç pişman oldunuz mu bıraktığınıza?
Hiç pişman olmadım. Lisedeyken hiç üniversite bilincim yokmuş benim. Makine ressamlığı
seçerken hiç araştırmamışım. Ben gideceğim bir takım resimler yapacağım falan
zannediyorum. Daha okula başladığımız ilk gün iş kıyafetlerini giydirdiler üstüme.
Bakıyorum hepsi teknik liselerden gelmişler, T cetvelleri falan acayip kullanıyorlar, ben T
cetvelini hayatımda ilk defa görüyorum. Tabii üniversiteyi kazandım diye genç kız
havalarındayım ama üstümüzde iş kıyafeti, hocalarımız bize birer kaynak makinesi verdiler,
elimde kaynak makinesi kaynak yapmaya çalışıyorum. Yani hiç benlik bir şey değildi zaten.
Zaten okula gittiğimde orayı bitiremeyeceğimi anlamıştım.
5 KERE DAHA DÜNYAYA GELSEM YİNE OYUNCU OLURDUM
-O zaman "İyi ki oyuncu oldum" diyorsunuz şu anda…
Tabii tabii. Hatta şöyle söyleyeyim; 5 kere daha dünyaya gelsem yine oyuncu olurum yani.
İZMİRLİYİM AMA KENDİMİ İZMİRLİ GİBİ HİSSETMİYORUM
-Oyunculuğa dair her şeyi konuşacağız, öncesinde biraz daha çocukluk ve gençlik yıllarınızı
da dinlemek istiyorum… Nasıl bir çocuk, nasıl bir genç oldu Selda?
Sokak çocuklarıydık biz, şanslı çocuklardık. Şimdiki gibi evlere kapanıp elimizde telefonlar
tabletler yoktu yani. Ve ister istemez, zorla sosyalleşiyordun mecburen. Yoksa başka bir çaren
yoktu çünkü. Çocukluğum da dediğim gibi babamı erken kaybetmemden dolayı biraz dedem
ve anneannemlerin yanında kaldık. Sonra işte ben üniversiteyi kazandım gittim. İzmir'i İzmirli
gibi yaşayamadım ben aslında. Biraz tabii o zaman kız çocuğuyum, babasız kalmışım;
dayılarım, ağabeyim, şunlar bunlar, "Aman kız çocuğu, aman koruma altında olsun bilmem ne
hiçbir şeye izin vermediler. İzmirli arkadaşlarım bana derler ki "İzmir'de Kordon'da bilmem
ne var biliyor musun?", bilmiyorum! Çünkü beni hiçbir yere göndermezlerdi. Hiçbir şey
yaptırtmazlardı. Onlar da kendi korkularından biraz fazla korumacı davrandılar herhalde. O
yüzden İzmirliyim ama çok İzmirli gibi hissetmiyorum kendimi. Daha çok İstanbullu gibi
hissediyorum. Konservatuvardan mezun oldum Eskişehir'den geldim ve o dönemden beri hep
İstanbul'daydım. Ama İstanbul dışında olduğum zaman ben burayı çok özlüyorum. Trafiği
şunu bunu var evet ama İstanbul çok güzel bir şehir. İzmir de çok güzel bir şehir ama git
orada yaşa deseler, ailem orada olmasına rağmen istemem yani.
-Babasız bir kız çocuğu olmanın nasıl zorluklarını yaşadınız?
Her zaman bir okul önceliği vardı ailemin. Çoğu kız çocuğu gibi ben baba aşığı bir kızdım.
Annem hep ikinci plandaydı. Babam öldükten sonra tabii annemle daha yakın olduk. Hatta
şöyle söylüyorum bazen, "Annemi bundan öncesinde ben pek tanımıyormuşum." Yani onunla
daha yakınlaşma fırsatımız oldu. Onun dışında dediğim gibi biraz korumacı bir ortamda
büyüdüğüm için; okul, ev, bir takım sosyalleşme çabaları işte yok folklor yaptım yok hentbol
takımına girdim çıktım, yok işte resim sergilerine katıldım. Resimler yaptım o zaman çok
severdim resim yapmayı. Yani öyle aslında normal sıradan bir çocukluk yaşadım. Belki de
hani babasız büyümüş olmak o lisedeki o kadar çekingen, tutuk, kendi sesinden korkan bir kız
olmamın sebebi belki babasız kalmanın bir etkisidir bilmiyorum. Yani güvencesiz mi
hissettim kendimi, bunu yorumlamak şu anda çok zor tabii.
BANA BİR YAPIŞTIRDI, YUVARLANARAK SEYİRCİLERİN ARASINA DÜŞTÜM!
-Tiyatroyla, "Kör Dövüşü" oyunuyla oyunculuğa başlıyorsunuz… Nasıl bir deneyimdi?
En unutulmaz anılardan o, ilk oyunum benim. Amatör insanlarla çalışıyorduk, ben de zaten
amatördüm. Halk Eğitim Merkezi'ne gidiyorduk ama dünya tatlısı, tiyatro aşığı bir hocamız
vardı. İşten çıkıp geliyordu insanlar o zamanlar, çalışanlar falan vardı. Bankada çalışıyor
mesela saat 19'dan sonra geliyor. Hatta dekoru herkes evinden bir şey getirdi öyle oluşturduk.
Ben orada evin gelinini oynamıştım. Hiç unutmuyorum, kocamı oynayan Tahir rolündeki
arkadaşım bana bir sahnede tokat atıyor. Ben de o kadar heyecanlıyım ki, hani gerçekçi olsun
seyirci inansın diye "Sen bana gerçekten vur, yalandan olmasın" dedim. Çünkü gerçekten ağır
bir dram var orada, yalancıktan bir tokat ile geçiştirelim istemedim. O da "Tamam" dedi.
Bana yaradana sığınıp bir yapıştırdı, ben yuvarlanarak seyircilerin arasında düştüm. Ama
seyirci de o kadar büyük katarsis yaşıyor ki… Seyirci beni kaldırdı sahneye, adamı benim
kocamı dövmeye gidiyorlar yani öyle söyleyeyim. "Gencecik kız bu hiç mi utanmıyorsun?
Onun haberi mi vardı annesi yapmış da bilmem ne de" hani rolün şeyini savunuyorlar
anlatabiliyor muyum? Baya böyle tartışma oldu yani. Seyirci de onu ciddiye alıp damadı
azarlıyorlar "Nasıl vuruyorsun sen karına?" falan diye yani. Onu hiç unutmam. Evet, 5
parmağın izi kalmıştı ama o iz bakın bu günlere kadar gelmiş yani. Çok güzel bir anıydı
benim için.
O 1,5 YIL BÜNYESEL TRAVMA YARATTI
-Sonrasında kapı kapıyı mı açtı?
Sonra işte sınavları araştırdım ben. Eskişehir'deki sınavların olduğunu duydum. Sonra işte bir
arkadaşımla beraber gittik ve oranın sınavlarına girdim ve ilk girdiğim yer orasıydı zaten,
orayı da kazandım. Yani oradan oraya bir geçiş yapmış oldum. Tabii Antalya'nın sıcağından
Eskişehir'in soğuğuna geçmek yaklaşık 1-1,5 senelik bir bünyesel travma yarattı bende. Yani
İzmirliyim, Antalya'da okumuşum orada bir sene, sonra oradan o ılıman iklimden birden bire
kara kışa geliyorsunuz… O ilk sene gerçekten çok zor geçmişti.
-Hastalık senesi…
Evet. Bir de tabii öğrenci evi o zaman. Evler doğru düzgün ısınmıyor. Sözüm ona kaloriferli
ev ama doğru düzgün ısınmıyor, Eskişehir de nasıl soğuk. Baya evin içinde kalorifere
yaslanıp, montumu giyip, kafama da şapkayı takıp böyle oturuyordum. Eldiven de ellerimde.
Kitap okumam gerekiyor tabii; eldivenimi çıkarıyorum, sayfayı çeviriyorum, tekrar
takıyorum. Öyle okuduk yani. Zor ama tatlı günlerdi hepsi güzel anılar oldu yani.