Murat Göğebakan’ın Kalbim Yaralı filminde, Göğebakan’ın yeğeni ve yardımcısı Kenan’ı
canlandıran Faruk Pakiş’e yönelttik sorularımızı.
İlk sinema filmi ilk heyecan.. Nasıl hissediyorsunuz, kendinizi beyazperdede izlemek nasıl bir
duygu?
⁃
Bir kez daha üretmiş olmanın verdiği keyfi ve mutluluk çok başka. Niceleri
olsun diyelim.
Murat Göğebakan’ın hayatını konu alan “Kalbim Yaralı” adlı filmde nasıl bir karakteri
canlandırıyorsunuz?
⁃
Göğebakan’ın yeğeni ve aynı zamanda yardımcısı olan Kenan karakterini
canlandırdım. Kenan, bıçkın bir delikanlı… İçten, fedakâr ve sadık. Murat’ı öz abisi gibi
görüyor. Ona karşı sonsuz bir güven duygusu içinde hareket ediyor. Her koşulda yanında
olmuş, Bülent’le de abi-kardeş ilişkisi içinde olan biri. Kendisiyle tanışma fırsatım da oldu.
Birlikte o kadar çeşitli anıları var ki ayrı bir hikâye ortaya çıkar.
Çekimler nasıl geçti?
⁃
Her şeyden önce son derece titizlik içinde gerçekleşen bir süreç olduğunu
söyleyebilirim. Gerçek bir hikâye olmasının getirdiği sorumluluklar bir yana birden fazla
hayata sığabilecek şeyleri gencecik bir adam yaşıyor. Tutku, acı, sevgi, şöhret, aşk, ihanet ve
amansız bir hastalıkla mücadele.. Bu gerçekleri sanat yoluyla anlatmak ciddi bir özveri
istiyor. Sahne bittikten sonra ağlamaya devam ettiğimiz anlar oldu. Sürecin neredeyse
tamamında zihnimde şarkıları, sözleri döndü. Emeği geçen herkesi tebrik ederim.
Son dönemlerde biyografi türünde birçok film yapıldı ve çekilmeye de devam ediyor. Siz bu
noktada Kalbim Yaralı filmini nasıl değerlendirirsiniz?
⁃
Gerçekler eğilip bükülmeden, dürüstçe anlatıldı. Dile kolay gelebilir ama bunu
sağlamak yürekli ve akıllı olmayı gerektirir. Bahsettiğim titizlik ve özveri de olunca başarı
kaçınılmaz oluyor. Bir parçası olduğum için mutluyum.
Sizin hayalinizde nasıl bir rol yatıyor, birinin hayatını canlandıracak olsanız siz kimi
seçerdiniz?
⁃
Benim bir hayalim var. Umarım gerçekleştiririm. Dedemin hikâyesini anlatmak
istiyorum. Temelinde bir göç hikâyesi. İkinci Dünya Savaşı sonrası, 50’lerin ortalarında
Makedonya’dan Türkiye’ye, son vatanına göçmüş bir ailenin çocuğuyum ben. Rahmetli
dedem de karakteriyle, cesaretiyle, tabiri caizse ‘ölene kadar bize yaşadığını hissettiren’
yapısıyla hayatımın çok merkezindeydi. Eski Yugoslavya, çocukluğu, olağanüstü geçirdiği
ergenlik ve gençlik süreci, Bursa’ya göç ederken yaşadıkları ve yaşattıkları.. Nihayetinde
Bursa. Ardından olaylı askerliği.. Daha bir sürü şey. Uzun zamandır dinliyorum, kayıt
alıyorum, küçük küçük yazıyorum. Hem yazmak hem de onu oynamak istiyorum. Rumeli’nin
görgüsüne ciddi bir hayranlığım da söz konusu tabii, bakalım :)
Peki ya sizin oyunculuk serüveninize dönecek olsak, hikayeniz nasıl başladı?
⁃
Ergenliğimle birlikte hikâye başlıyor esasen.. 14-15 yaşlarında muhtelif
konular üstüne okur, yazar, çizerdim. Büyüme meraklısı, romantik, kavgacı ve hayalperest
çocuklardık diyelim :) Hep bir üretme gayreti içindeydim. Lise çağım her anlamda şahane
geçti. 18’ime geldiğimde yakın bir dostum (Tolga Ordu), senaryosunu kendi yazdığı bir kısa
film çekeceğini ve benimle bir yol yürümek istediğini söyledi. Küçük bir ekip kurduk, ‘Geri
Dönüşüm’ adlı bir kısa film çektik. Bu özel filmin ardından oyunculuk yapmaya karar verdim.
Genç bir oyuncu olarak kariyerinizde zorlandığınız, pes etmeye yakın olduğunuz dönemler
oldu mu? Ruh halinizi iyileştirmek ve modunuzu yükseltmek için neler yaparsınız?
⁃
Özel yaşantımızda reytingler pek düşmüyor :) Mesleğim en çok ruhumu
besleyen şey. Zorlandığım dönemler oldu elbette. Her ihtimalin plânlanmasını yaptığım da
olmuştur zaman zaman ancak vazgeçmeyi hiç düşünmedim. Kendimi yükseltmek için
mutlaka fiziksel bir eylem içinde oluyorum. Genelde kendi başıma spor yapmak ilk tercihim
oluyor. Dostlarımla bir mesele üstüne kafa yatırıp sohbet etmek, çeşitli aktiviteler yapmak ve
oyun oynamak bana çok iyi geliyor. Tabii ki en mühimi ailemle vakit geçirmek.. Onların
varlığı bana güç veriyor.
Bir projede beraber çalışacağınız oyuncu kadrosunu belirleyecek olsanız siz nasıl kişilerle
çalışmak isterdiniz?
⁃
Adil, dürüst, çalışkan, hünerli ve tutkulu insanlarla çalışmak isterim.
Televizyonda da beyazperdede de risksiz hikayeler çokça klişe karakterler yaratılıyor. Bir
oyuncu olarak gelen rolleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
⁃
Şimdiye kadar inanmadığım bir projede oynamadım. Canlandırdığım
karakterleri sevdim açıkçası. Hünerlerimi sergileme fırsatı bulduğum, eksiklerimin üstüne
gidebildiğim alanların olduğu rollerdi. Tekrara düşeceğimi düşündüğüm veya sizin tabirinizle
klişe roller de geldi fakat mesafeli durmayı tercih ettim.
Televizyonda ya da dijitalde yayınlanan bir işte yer almanın farkını nasıl açıklarsınız? Sizce
de hala televizyon dizisinde oynamanın yarattığı popülerliği dijitalde yer almanın önünde
tutabilir miyiz?
⁃
Bu sorunun cevabı bende net. Televizyonun dijitale göre çok daha kapsayıcı
olduğunu düşünenlerdenim. Seyirciyle kurulmak istenen bağın saflığı televizyonda daha
mümkün. Ha dijitale göre daha filtreli hikâyeler seyrediyor olabiliriz ancak mevzu
popülerlikse tartışmasız televizyon.
Daha önce yayınlanmış dizi ya da filmlerden yola çıkarak keşke bu projede ben yer alsaydım
dediğiniz işler var mı?
⁃
Hangi birinden başlayayım bilemedim :) Tarih, zaman ve mekân açısından
mümkün olmayanları eliyorum yoksa akşama kadar yerli ve yabancı özendiğim Scorsese,
Tarantino, Tarkovski, Lanthimos, NBC filmlerini anlatabilirim hahahh! Atatürk filminde yer
almak isterdim diyebilirim :)
Şu an hangi kitapları okuyorsunuz?
⁃
Bu aralar dünya klâsiklerine yöneldim. Özellikle kış aylarında iyi geliyor.
Tolstoy’un Diriliş kitabını okuyorum.