Yedi yaşında TRT Ankara Radyosu’nda dublajla tiyatro serüvenine başlayan Simge Selçuk, yaklaşık 20 yıla yayılan sayısız dublaj ve 30’un üzerinde dizi oyunculuğu deneyimine sahip. Son olarak ATV’de yayınlanan “Kardeşlerim” dizisinde rol alan Simge Selçuk ile biraz hayat, biraz tiyatro, biraz da dizi setleri ve özlediğimiz seyahatler üzerine sohbet ettik.
Şu sıralarda “Kardeşlerim” dizisiyle gündemdesiniz. Buradaki rolünüzü kısaca anlatabilir misiniz?
Nebahat dizide bir anne ve eş olarak ön planda. Ancak maalesef aldatılan bir eş. Ne var ki konfor alanı bozulmasın istiyor; boşanıp, evini dağıtmaktan çekiniyor. Aslında kendi ayakları üstünde durabilir ama bundan korkuyor ve kocasının kaçamaklarına göz yumuyor.
Bu karakterin sizinle özdeşleştirdiğiniz huyları var mı?
Nebahat ile hiç ortak noktamız yok aslında. Bazen kadınlık gururuna dokunduğu ve güçlü çıkışlar yaptığı oluyor, işte o anlarda kendime daha yakın buluyorum Nebahat karakterini ama genelde çekingen bir duruşu var. Zengin ve gösterişe düşkün bir ailede, etrafın dediklerini umursayarak hareket eden bir karakter. Aslında çevremizde çok olan ve görmeye çok yabancı olmadığımız bir tip ama benle bu yönleri hiç bağdaşmıyor tabii. Benim onun adına umudum dizinin sonunda rest çekmesi.
Peki tam tersi hiç oluyor mu? Kendinizle bağdaştırdığınız, rolden çıkamadığınız, kendi hayatınıza da fikirlerini uyarladığınız bir karaktere hiç denk geldiniz mi?
Aslında, bu karakter tam da benim diyebildiğim bir rol hiç oynamadım. Kendime yakın bulduklarım genelde neşeli, daha sıcak kanlı tiplemeler oluyor. Örneğin, “Güzel Köylü” dizisinde Nihal karakterinde kendimden bir parça bularak oynamıştım.
Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü mezunusunuz. Deneyimlerinize dayanarak sadece yetenek yeterli mi yoksa eğitimin de oyunculuğa büyük katkıları katkısı oluyor mu?
Yetenek yaratılışımızdan gelen bir lütuf. Bunu en iyi iki yaşımdaki kızımda gözlemliyorum; kendisi gerçek bir oyuncu. Gözümün önünde çevirdiği numaralar, taklitler beni kendine hayran bırakıyor: Doğuştan oyuncu! Ona baktıkça bir kez daha anlıyorum ki oyunculuk içimizde olan bir şey, doğal bir yetenek. Aslında hayatta da öyle hepimiz her gün farklı roller oynuyoruz gün içerisinde… Evdeki rolümüz farklı, sokağa çıktığımızda başka, iş yerinde bambaşka bir role bürünüyoruz. İçgüdüsel olarak hepimiz her gün bu küçük rolleri oynuyoruz aslında. Ancak eğitim bu doğal yeteneğin üzerine, püf noktalarını, tecrübeyle edinilen çözümleri, teknikleri, hap bilgiler şeklinde ekliyor. Kötü tecrübeler edinmeye gerek kalmadan eğitimle pek çok kısmı önceden öğreniyorsunuz. Birçok rolü canlandırdıkça, makineyi sürekli çalıştırıyor, onu işliyorsunuz; böylece her türlü role daha yatkın oluyorsunuz. Ne kadar çok hazırlanırsanız o kadar çok oyunculuğunuz da gelişiyor. En çok hoşuma gidense son zamanlarda genç oyuncularımızın birçoğu tiyatro mezunu değil ama yetenekliler ve hepsi genelde tecrübeli tiyatro oyuncularından tiyatro eğitimi derleri alıyorlar. Bu şekilde kendisini geliştiren gençleri görmek bana gurur veriyor.
Yedi yaşından beri bu meslektesiniz. Yaklaşık 20 yıla yayılan sayısız dublaj ve 30’un üzerinde dizi oyunculuğu deneyiminiz var. Türkiye’deki setleri, yapımlarda gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğru, TRT Ankara Radyosu’na girdiğimde henüz yedi yaşındaydım. “Çocuk Saati” programında dublaj yapıyordum. Bizim seslendidiğimiz hikâyeleri arkası yarın şekilinde ses tiyatroları olarak yayınlıyorlardı. Bu jenerasyondan geldiğim için şanslıyım. O zamanlar; Zuhal Olcay, Haluk Bilginer gibi pek çok oyuncuyu çekirdekten yetiştiren bir kurumdu burası. Tabii bu ortamda hep tiyatroyla içiçe olduğum için ileride tiyatrocu olacağımı hayal ederek büyüdüm. TRT tek kanaldı o zamanlar ve çocuklarla ilgili bir skeç hazırlanacağı zaman hep bizim birimimizden seçmeler yapılırdı. Böylece ben de ufak ufak roller almaya başlayarak ilk adımımı attım. “Ferhunde Hanımlar” dizisine girişim de yine bu yolla oldu.
Eskiyle mukayese edilrse “Ferhunde Hanımlar” günlük yayınlanan bir diziydi. Haftanın beş günü ekranda seyredilirdi. Sette kuaför, makyöz, sponsorumuz yoktu. Kostümleri kendi gardıroplarımızdan seçer, hatta devamlılığımızı bile kendimiz tutardık. Hangi sahnede hangi kıyafeti giyip aksesuarı taktığımızı bile kendimiz not alırdık. Saçımızı ve makyajımızı kendimiz yapardık. O kadar imkânsızlıklar içinde bir de hızlıca çekilirdi sahneler. Şimdinin karavanları yok, o zamanlar sokak ortasında kendi makyajımızı yapardık. O zamana kıyasla, bugünün set şartları çok daha insancıl. Geçen gün onu konuşuyorduk; şimdi çalıştığım görüntü yönetmeniyle neredeyse 20 yıl önce “Aliye” dizisinde birlikteymişiz. Akşamları prime time’da iki dizi yayınlandığını hatırladık. Aliye’den hemen sonra bir başka dizi daha izleniyordu. O zamanlar daha kısa çekiyorduk. Şimdi dizilerin ekran süresi daha uzadı ve teknik ekibin üstüne daha çok yük biniyor. Tabii aynı şekilde oyuncular için de rbu durum geçerli. Rapor alayım, bugün de evde dinleneyim gibi bir lüksünüz yok. İlla ki yorulsanız da ağlasanız da şov devam etmek zorunda.
Peki bu yoğun tempo arasında kendinize zaman ayırabiliyor musunuz? Size özel kaçamaklarınızı öğrenebilir miyiz?
Şu anda inanın bir arkadaşımla oturup kahvaltı yapsam bir fincan kahve içsem dahi bana yeter, beni mutlu edebilir. İki yaşındaki kızım, ev ve set arasındaki tüm vaktimi alıyor. En büyük kaçamağım kızımı anaokuluna başlatabilirsem yakınımızdaki pilates stüdyosuna başlamam olacak. İçimde büyük bir spor isteği var ancak maalesef zaman bulamıyorum.
Bunca yıl sahne tozu yutmuş bir oyuncu olarak Türkiye’de tiyatronun geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özellikle pandemiden sonra tiyatro iyice unutuldu. Hayat artık çok hızlı akıyor. İnsanlar hemen açıp tek tuşla önlerine gelen görüntüyü izlemeye alıştılar. Özellikle gençlere bir yere gitmek, tiyatro izlemek çok zor ve zahmetli geliyor. Ancak tanınmış birileri varsa işin magazinsel boyutu ilgilerini çekiyor. Ancak o kişiyi yakından görmek için belki kalkıp gidiyorlar, yoksa oyunculuğu yakından izlemek artık bir şey ifade etmiyor.
Peki bu durumu değiştrimek mümkün mü? Sizce neler yapılabilir?
Aklıma işin şov kısmını biraz daha abartmak geliyor. Belki, teknolojiyi de dahil ederek, klasiğin dışına taşıp daha görsel, dikkat çekici prodüksiyonlu işler yapılmalı. Artık kimse klasik oyun ve oyuncu izlemekle ilgilenmiyor, çoğuna ağır geliyor.
Proje seçerken hangi kriterleri göz ününde bulunduruyorsunuz, olmazsa olmazlarınız var mı?
Öncelikle senaryoya bakıyorum. Senaryo güzel yazılmış mı, ekranda tutar mı onu değerlendiriyorum. Ondan sonra da kendi özelimde rolüme bakıyorum. Rolün ağırlığı nasıl, açılımları var mı? Bu oyunculuk bana keyif verecek mi? Kendime bu soruları soruyorum. Son olarak da yapım şirketine, diğer oyuncuların isimlerine bakarak karar veriyorum.
Kabul edip veya red edip sonrasında pişman olduğunuz roller oldu mu?
Tabii, olmaz mı! Senaryoyu okuyup çok güzel dediğim hayalimde büyüttüğüm işler, çekildikten sonra hiç tutmayabiliyor. Ya da görüşmeye çağrılıp da anlaşamadığımız ama benim çok içimde kalan keşke oynasaydım dediğim roller, ardından ekranda izleyince bambaşka yorumlandığını, hiç de hayalimde canlandırdığım gibi olmadığını gördüğüm oluyor.
Kağıt üzerinde müthiş senaryo deyip de çekildikten sonra hayal kırıklığına dönüşen işler de olabiliyor demek ki…
Evet. Ancak şu anda oynadığım “Kardeşlerim” dizisinin senaryosunu ilk elime aldığımda müthiş dediğimi hatrlıyorum. Hikâye o kadar sürükleyiciydi ki hemen arka sayfada ne olacak diye sayfaları çeviriyordum. “Aaa inanmıyorum…. Eeee… Sonra?” şeklinde olayların birbirini kovalamasını ve hızlı ilerlemesini sevdim. İlk 10 bülüm müthiş sürükleyiciydi ve çok da güzel çekildi. Bitmiş hallerini izlediğimde yönetmenimiz Serkan Birinci’nin hayalini kurduğumun da ötesinde bir film çektiğini fark ettim. Ayrıca roller de çok iyi oturdu, dizinin cast’ını da çok beğeniyorum. Dizinin başarısını da tüm bunların bir araya gelmesine bağlıyorum.
İmkânınız olsaydı hangi yönetmenin hangi filminde oynamak isterdiniz?
İsim vermek istemem ama bugüne kadar hep bakımlı kadınları oynadım. Daha çok görüntüme yönelik aşağı yukarı aynı tip oyunculuk gerektiren kadın rolleri teklif ediliyor. Esas derinliği olan benimle tamamen alakasız daha ters köşe bir rol oynamak oyunculuğumu ön plana çıkarmak isterdim. Beni zorlayacak çok çalıştıracak bir rol çok hoşuma giderdi. Öyle bir rol olsun ki ben bile ekranda izlediğimde kendimi tanımayayım…
Sık sık seyahat eder misiniz?
Eskiden ederdim... Pandemiyle birlikte hayatımızda pek çok şey değişti. Şurada iki yıl öncesine kadar olağan gelen her şey, rutin seyahatlerimiz tatillerimiz bile ne kadar güzelmiş dedirtiyor şimdi düşündükçe…
Sizi şimdiye kadar en çok etkileyen yer neresiydi? Okuyucularımıza tavsiye edeceğiniz unutamadığınız bir tatilinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Dalmayı çok seviyorum o yüzden şüphesiz tavsiye edeceğim yer Kızıldeniz olur. Ben denizi çok seviyorum ve tatil anlayışım suyun altında olmaktır. Bizim ülkemizde de yerler var Kaş’ta dalınıyor ama Kızıldeniz bambaşka; sadece iki kez gitme imkânım oldu, ve resmen aşık oldum… Suyun altı rengarenk, hissettiklerimi, gördüğüm canlıları tarif etmem mümkün değil… Dalış esnasında yunuslar yanımıza kadar geldiler, belki de hayatımda deneyimleyebileceğim sayılı anlardan biriydi…
Pegasus Magazine, Aralık 2021
Röportaj: Zeynep KUN
Fotoğraf: Ece OĞULTÜRK