Oyuncu ve dublaj sanatçısı Jeyan Tözüm: Ben mesleği seçmedim, meslek beni seçti
Yeşilçam'da Türkan Şoray, Filiz Akın, Belgin Doruk, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Emel Sayın, Gülşen Bubikoğlu ve Necla Nazır'ın da aralarında olduğu çok sayıda ünlü ismi seslendiren 92 yaşındaki Jeyan Tözüm, sanat hayatının 83. yılını kutluyor.
Oyuncu, tiyatro yönetmeni, seslendirme sanatçısı Necdet Mahfi Ayral'ın kızı Jeyan Tözüm, 5 yaşındayken babasıyla başladığı tiyatro yolculuğunu, dublaja gönül verdiği andan itibaren yaşadığı meslek aşkını, eşi Rauf Tözüm’ün evlilik teklifini, sanatla dolu geçen ömrünü ve özel yaşantısındaki çarpıcı anıları Anadolu Ajansı muhabirine anlattı.
Röportajımıza başlarken isminizi tam olarak söylemek istiyorum. Mesanet Fatma Jeyan Mahfi Ayral Tözüm. İspanyol kraliyet soyundan gelen ailelerin isimleri gibi adeta. Merhaba efendim. Hoş geldiniz.
"Hoş bulduk efendim. Evet benim ismim böyle İspanyol adı gibi upuzun bir isim. Fatma Mesanet Jeyan, Mahfi büyükbabamın adı, hiçbir ilgim yok. Fakat babam onu benim kuyruğuma da yapıştırmış. Ayral, babamın, Tözüm kocamın soyadı olarak var. Tabii bu isimleri hep kullanmıyorum ben. Jeyan Tözüm olarak kullanıyorum sadece."
"Aslanların kükrerken çıkardığı ses" anlamına geliyormuş Jeyan, öyle mi?
"Efendim kısaca şöyle anlatayım. Ben doğduğumda, babam kimsede olmasın bu isim diye Kamus-ı Türki’yi karıştırmış, o devrin sözlüğü. Jeyan kelimesini bulmuş. Jeyan, Namık Kemal'in 'Hürriyet' kasidesinde kullanılmış. Şöyle biter kaside; 'Uyan ey yareli şir-i jeyan bu hab-ı gafletten.' Ulusa diyor ki; 'Ey yaralı kükreyen aslan, uyan bu ölüm uykusundan.' Jeyan, tek başına kükreyen, şir-i jeyan da kükreyen aslan demek. Kimsede olmamış uzun müddet. Sonra bazı ahbaplarda duydum, 'Benim kızımın adı da Jeyan.' diye."
Ben çok şanslıyım, ilk defa sizinle tanışıyorum, Jeyan isimli. Nasılsınız?
"Öyle mi? Ben birkaç kişiyi duydum Jeyan isimli. Efendim iyiyim ama bu zamanda ne kadar iyi olmak kabilse o kadar iyiyim."
Doğru, evet böyle bir dönem geçiriyoruz tüm dünyada. İnşallah sağlıklı, esenlikli günler bizi bekler diyelim. Rahmetli babanız, büyük tiyatro ustası Nejdet Mahfi Ayral’ı anmadan geçmeyeceğim. Sizin de tiyatroya başlangıcınız, 8 yaşınızda kendisinin elinizden tutup Şehir Tiyatrolarına götürmesiyle başlamış. Bunun üzerinden de 83 yıl geçmiş Jeyan hanım değil mi?
"Evet. 1939, çok eski bir tarih tabii. O devirde Henrik İbsen'in 'Peer Gynt' diye bir eseri oynanacak tiyatroda. Muhsin Ertuğrul babama demiş ki, 'Küçük bir kız çocuğu lazım. Ne yapsak?' Çünkü babam hem sahnede oynuyor hem de sahne amirliği yapıyor. Babam da demiş ki 'Evde kızım var, isterseniz getireyim'. Babam elimden tuttu ve götürdü. Bana bir şeyler sordu, çok net hatırlamıyorum oraları. 'Peer Gynt' dünya çapında dansları olan müzikal bir eser. Peer Gynt’in sevgilisi Solveig var, onu da rahmetli Nevin Akkaya oynuyor. O zamanlar 24 yaşında bir kız diyelim. Ben, onun hayalini oynamak üzere götürüldüm tiyatroya. Bana en arkada bir tül perde koymuşlardı. Kendi çapımda küçük bir kapı yapmışlardı. Talat bey oynuyor Peer Gynt’i. Hayal ediyor ve beni uzaktan gösteriyorlardı. İlk rolüm budur tiyatroda."
Efendim çok değerli bir zaman dilimi sahneye ilk adım atışınız. Hem babanızın hem de Türk tiyatrosunun ve sinemasının kurucusu Muhsin Ertuğrul’un öğrencisi olmak hakkındaki hislerinizi öğrenebilir miyiz?
"Tabii çok mutluydum ve çocuktum o zaman. Hani bana sorarlardı o zamanlar 'Kızım ne olacaksın büyüyünce?' Ben, 'Doktor olacağım.' derdim. Ne doktoru? Günler, hatta seneler geçti. Liseyi bitirdim. Hem okula hem tiyatroya gidiyorum. Hem piyano hem bale dersi alıyorum çocukluktan beri. Böyle bir hayatım vardı. Fakat baktım ki profesyonel olmuşum. Evet, liseyi bitirdim ama üniversiteye gitmek hayır, yok. 10 sene 'Sıradan Çocuk Değilsin'de oynamışım. Bir takım rollerde oynamışım, dramda roller oynamışım. Demek ki benim mesleğim bu, tamam dedim. Hatta derim ki, ben mesleği seçmedim, meslek beni seçti."
Bunun yanında 10 yaşınızda, yine babanızın elinizden tutarak seslendirme stüdyosuna sizi götürmesiyle 'Mutlu Günler' filminin dublajında görev alarak seslendirmeye de başlamışsınız. O da çocukluk zamanlarınıza denk geliyormuş?
"Evet, anlatayım size. İstiklal Caddesinde Ağa Camii’nin karşısındaki sokağın adı Bursa Sokağıydı. Şimdi sanıyorum Sadri Alışık galiba. O sokakta Marmara Stüdyosu diye bir dublaj stüdyosuna götürüyor beni babam. Dublaj yapacağım. Arap filmleri furyası vardı o zaman. Mahmut Moralı idare ediyor dublajı. Düşün, bundan 70 sene önce mikrofon öyle bir şey ki, duran bir nesne. Sağa, sola, yukarı, aşağı hareket etmiyor. Benim boyum da mikrofona yetmiyor. Mahmut bey dedi ki, 'Bir iskemle getirin.' Ben iskemleye çıktım, dublaja başladım ve başlayış o başlayış. 70 sene hiç durmadan çalıştım."
Tabii, Adalet Cimcoz, ağabeyi Ferdi Tayfur, Nevin Akkaya sizden önce dublaj yapan ustalar. Birlikte çalıştınız değil mi onlarla?
"Evet, tabii çalıştım. Rahmetli Adalet Hanım ve Nevin Hanım çok büyük insanlardı. Ben onların yanında yetişmiş oldum ve doğrusu iyi yetiştim. İyi dublaj yapan, iyi konuşan, aranan bir elemandım. Boş günüm yoktu. Ben sabah tiyatro provasına, öğleden sonra mutlaka dublaja giderim. Gece oyunumu oynarım tiyatroda. Uykuya bile 3-4 saat kalıyordu. Ertesi gün yine aynı minvalde çalışırım. Çok çalıştım doğrusu."
Sanırım dublaj yönetmeni olarak en çok çalıştığınız Sacide Keskin olmuş öyle mi?
"Sacide Hanım, Hayri Esen, Abdurrahman Palay, Sadettin Erbil ile hep çalıştım. Çok çalıştım."
Bildiğimiz kadarıyla Neriman Köksal dışında Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Esen Püsküllü, Mine Mutlu, Semra Sar, Fatma Girik, Emel Sayın, Belgin Doruk, Gülşen Bubikoğlu, Müjde Ar, Perihan Savaş, Ahu Tuğba, Hülya Avşar, Serpil Çakmaklı ve bu isimlerin devam ettiği Türkiye’deki bütün kadın başrollerin filmlerini seslendirdiniz, değil mi?
"Evet, hiç boşuna saymayın isimleri. Hepsini konuştum. Emel Sayın’ın bütün filmleri. Bakın Türkan’ı Nevin (Akkaya) Hanım da konuştu, Hülya’yı Adalet (Cimcoz) Hanım da konuştu zamanında. Fakat Emel Sayın’ı yalnız ben konuştum."
Aynı dönemlerde çekilen filmlerde bu kadın başrollerini, starlarını konuşmak ve karakterlerindeki ses değişimlerini seyirciye yansıtmak nasıl oluyordu? Onlar kamera önünde oyunculuk sergilerken siz de mikrofonda bir oyunculuk sergiliyor olmalıydınız ki ses farklılıklarının anlaşılmaması konusunda bu kadar başarılı oluyordunuz?
"Evet, doğru. Bu söyledikleriniz çok önemli. Değiştirmem gerekiyordu. Ama ses tabii benim sesim. Hani, kabil olduğu, oyunculuğumun izin verdiği kadar. Önce tiyatrocu, oyuncuyum. Tabii dublajda da oyun kuvvetini kullandım diyelim. Her rolü değişik konuşmaya çabalardım. Mesela Türkan’ın (Şoray) 'Ağlayan Melek' diye bir filmi vardı. Ağlayan Melek’te bir körü oynuyor Türkan. Sonra Ekrem Bora ile tanışıyor, gözleri açılıyor falan, filan. Burgaz Ada'da yaşıyor. Adada yaşayan bir meyhaneci var. Faik Coşkun oynuyor onu da. Onun kızını, Oya Peri diye bir hanım oynuyor. Rum taklidi yapmak gerekiyor. Birisi geldi yapamadı. Sacide (Keskin) Hanım bana dedi ki, 'Sen konuş'. 'Aman Sacide Hanım, ben hem Türkan’ı hem Oya Peri’yi, yapamam'. dedim. Sesleri alan Tuncer vardı. Tuncer, 'Sen yaparsın. Ben sesini idare ederim.' dedi. Ben de yaptım. Kimse de 'Bu aynı sestir.' demedi. Bayağı bir ayırım yapmış idim."
Ne güzel sesiniz var. Siz konuşun biz dinleyelim sadece. Nasıl korudunuz bu sesinizi?
"Bakın bu Allah vergisi. Sesim için hiç bir şey yapmıyorum. Bu Allah’ımın bana verdiği bir nimet ve ben bunu kullandım. Bu kadar."
Gençler için soruyorum, sadece Allah vergisi güzel sesin olması yeterli mi? Gençlere bir örnek olması açısından işin tekniğiyle ilgili bir tavsiyeniz olur mu acaba?
"Bu sorunuzu çok iyi anlıyorum. Hayır, yeterli değil. Mikrofona bakar uzaktan 'Ben de yaparım’. der ama gelir mikrofonun başına hiçbir şey yapamaz. Çünkü mikrofonu tanımak lazım. Uzaktan mı konuşacaksın? Mikrofona yakın mı konuşacaksın? Duygulu mu, sert mi konuşacaksın? Bunların hepsi ayrı ayrı şeyler. Hepsini yapabilmek gerçekten önemli."
Allah rahmet eylesin, eşiniz Rauf Tözüm de çok iyi bir ses mühendisiydi. Onunla seslendirme yaparken mi tanışmıştınız?
Tabii. Kocamla çok çalıştım. Kocam olmadan önce de Erman Film Stüdyosunda çalışıyorduk zaten."
Nasıl karar vermiştiniz evlenmeye?
"Rauf bana pat diye evlenme teklifinde bulundu. 'Aaa, dur. Acele etme, yavaş.' dedim. Neyse, alışkanlık oluyor tabii artık. Büyük bir aşk değil de alışkanlık haline geliyor. Zaten birlikte çalışıyorduk, evde de birlikteydik. Çok mutluyduk. Nurlar içinde yatsın. Ben onu trafik kazasında kaybetmiştim. Ataköy’de oturuyorduk. Citroen arabamız vardı. Beni işe bıraktı, kendi eve dönemedi. Çok acı senelerdi onlar. Melek gibi bir adamdı kocam. İnsan olarak çok iyiydi. Çok mutluydum doğrusu."
"Tiyatroda da dublajda da mutluydum"
Dublaj odalarınız nasıldı Jeyan hanım? Seslendirme sanatçıları, ses rejisörü, ses mühendisleri hep birlikte küçük bir odanın içinde başka bir dünya yaratıyor olmalısınız orada?
"İşi severseniz eğer her dakika mutlu olabiliyorsunuz. Ben orada her dakika mutlu çalışıyordum. Ben tiyatroda da dublajda da mutluydum. Çok severek yaptığım için çok mutluydum. Benim gibi arkadaşlar vardı tabii. Böyle candan sevip, mutlu çalışan çok vardı o devirlerde. Şimdikileri bilmiyorum. Şimdi galiba tek başlarına çalışıyorlarmış. Biz grup halinde çalışırdık stüdyoda. Hani o sahnede kaç kişi varsa, 3 kişi mi, 5 kişi mi, 5 kişi mikrofonun başındaydı. Şimdi tek başlarına çalışıyor dublajcılar."
Evde tek başına dublaj yapmaları belki dijital rahatlık ama duygunun geçmesini sağlıyor mu sizce?
"Yok hiç güzel değil. Yan yana iken güzel."
Sayısız Türk starlarını seslendirdiniz ama yabancı artistlerden de seslendirdiğiniz ünlüler var değil mi?
"Evet. Liz Taylor, Sophia Loren, bir de Ingrid Bergman’ı konuştum ama bunlar birer filmdi. Devamlı konuşmadım doğrusu. O kadar."
Türkiye’de uzun yıllar devam eden 'Yalan Rüzgarı' dizisinde Lauren'i de yıllarca siz seslendirdiniz değil mi?
"Evet, doğru. Yalan Rüzgarı’nda Lauren’i 10 sene filan konuştum. Gerçekten o ne Yalan Rüzgarı'ydı. Onu da konuştum evet."
Hep başroller değil mi?
"Tabii aşağı kurtarmaz."
"Ben önce tiyatro sanatçısıyım, dublajda da gayet aranan bir eleman oldum"
Peki siz hangi artisti seslendirmekten keyif alırdınız ya da fiziksel olarak yakın ve uyumlu bulurdunuz?
"Ben işi sevdiğim için hepsiyle zevkle çalıştım. Hülya’yı (Koçyiğit) da Türkan’ı (Şoray) da konuşurken zevkle çalıştım. Zevkle çalıştığım için hepsine ses vermekten mutluydum."
Yıldızlar kamera karşısında tanınırken aslında siz de mikrofon başında onları yıldızlaştırdınız yani bir nevi mikrofonda oynadınız. Mesela az önce bahsettiğiniz Türkan Şoray’ı Ağlayan Melek’te seslendirirken diğer taraftan Oya Peri ile bir Rum kızını seslendirmeniz normal bir insanın yapabileceği bir şey değil gibi. Yani çoğul kimlikler seslendirmek kolay değil gibi?
"Evet, kolay değil, zor bir iş. Uzaktan kolay görünür fakat gelir mikrofonun başında hiçbir şey yapamaz. Katiyen kolay bir iş değil. Çünkü senaryoyu okuyorsunuz, bir gözünüz senaryoda, bir gözünüz ekranda. Ses olmadığı için tabii. Senaryodaki cümleyi tam oturtmak, senkron yapmak zorundasınız yani. O da zor. Ciğeriniz, kalbiniz, gözünüz, sesiniz, her azanız yoruluyor, anlatabildim mi?"
Dublajın çok zor bir meslek olduğunu anlatırken aslında bu sizin mesleğiniz oldu değil mi? Çünkü siz yıllardır hep tekrarlıyordunuz benim ilk mesleğim tiyatro sanatçılığı diye?
"Benim mesleğim oldu, doğru. Ben önce tiyatro sanatçısıyım. Ama ikinci iş olarak dublajı yaptığım için gayet aranan bir eleman oldum. Her dakika aranıyordum. Türkan Şoray, 'Kadın Değil Başbelası' filminde oynamıştı. Baştan sona argo konuştu o filmde. Yerli film ya yer yer de düzeliyor konuşması. Düzgün konuştuğum, argo konuştuğum yerler de vardı. Valla her babayiğidin yapacağı iş değildi o zaman. Bir de Fatma Girik’in 'Dağdan İnme' filmi vardı, köylü 5 kız kardeş bir adamı kurtarıyor, adam aşık oluyor falan. Orada da düzgün bir Türkçe ile hem de dangıl dungul bir köylü taklidiyle konuştum. Söylerken kolay ama yaparken kolay değil, çok zor."
"Ah maalesef yok kayıtlar. Tiyatro atmış o kasetleri hep"
Dublaj yapmak kazançlı bir iş midir?
"O devirlerde pek değildi. Derlerdi ki 'Bak sen kaç filmde konuştun, ne para kazandın.' Yok, para kazanmadık doğru dürüst. Az para alırdık biz."
Siz aynı zamanda 30 yıl kadar Radyo Tiyatrosu, Arkası Yarın’larda da yer aldınız değil mi?
"Evet, radyoda da çalıştım. 1949’da radyo başladı. Plağa alınırdı. Ekrem Reşit idare ederdi. Onun yardımcısı da Orhan Boran’dı. Çok prova ederdik textleri. Çünkü plakta takılmak diye bir şey yoktu. 'Ay takıldım şunu baştan alayım.' diye bir şey yoktu. O plak kırılır gider, text yeni baştan alınırdı, 1949-1951 yıllarında. Sonra bant tekniği geldi. Teklediğinde cümleyi baştan alırdın, tekrar girerdin. Onun öyle kolaylığı vardı. Çok çalıştım Arkası Yarın’larda."
Sadece sesle bir eseri ortaya çıkartmanız ve dinleyenler için o eseri hayal dünyalarında yaşatmanız çok güzel gerçekten..
"Evet, doğru. Hatta bir gün pastanede bir hanım görmüştüm. 'Sizin adınız Jeyan değil mi?' dedi. 'Evet.' dedim. 'Benim Trabzon'da bir arkadaşım var. Bir kızı oldu. Sizi Arkası Yarın'larda dinliyor ve çok seviyor. Kızına Jeyan ismini koydu.' dedi."
Sinemada, 1939'da 'Allah’ın Cenneti', 1947’de 'Seven Ne Yapmaz?' ve 'Gençlik Günahı', 1949'da 'Uçuruma Doğru' filmlerinde rol almanızın ardından, Cahide Sonku'nun Orhan Arıburnu ve Sami Ayanoğlu ile yönettiği, Zeki Müren’in ilk sinema filmi 'Beklenen Şarkı'da Cahide Sonku ve Zeki Müren’le rol aldınız. Fakat bu film, sizin sinemaya veda filminiz olmuş. Neden sinemaya devam etmediniz?
"Evet, aşağı yukarı öyle oldu. Kocam, 'Gerek yok, sinemada oynama. Burada tiyatroda oynuyorsun, dublaj yapıyorsun. Oynama.' dedi. Ben sinemayı bırakmış idim. Efendim, o sırada Cahide Hanım ile 'L'Aiglon' adlı tiyatro eserinde oynuyordum. Cahide Hanımın da bir şirketi vardı. Bana, 'Bir delikanlı çıkmış, Zeki Müren diye. Radyoda şarkı söylüyor. Ben onunla bir film yapacağım. Sen genç kızı oynar mısın?' dedi. Ben de 'Oynarım.' dedim. Öylece kabul ettim ve Beklenen Şarkı'da oynadım."
L'Aiglon oyununda Cahide Hanım sizin nişanlınızı oynadı değil mi?
"Evet, evet. Çünkü erkek rolündeydi Cahide Hanım, L'Aiglon'u oynuyordu. Napolyon'un oğludur. Ben de onun sözde nişanlısını oynuyordum."
Bu arada 1965'te sinemadan önce tiyatroya uyarlanan Çalıkuşu'nun başrolü Feride siz olmuşsunuz, değil mi?
"Evet, doğru."
Sinemaya 1966 yılında uyarlanmıştı bildiğim kadarıyla?
"Evet. Tiyatroda Çalıkuşu’nu ilk ben oynadım 1965 yılında, doğru. Çok yorucuydu. Tablo olarak 24 tablo idi. Perde değil de tablo olarak oynadık."
İyi ki oynamışsınız. Onların kayıtları var mı acaba?
"İyi ki. Ah maalesef yok kayıtlar. Tiyatro atmış o kasetleri hep. Halbuki kayıt alınmıştı. Ben 'Parisli Kız' diye bir eserde oynamıştım. Orada 3 lisanda oynamıştım Parisli Kız'ı. Onun da kaseti ses ve resimli olarak alınmıştı. Fakat bütün bu kasetleri atmışlar, çöp bunlar diye. Çöp olur mu, tarih onlar. Atmışlar. Çok yazık. Bir belge yok, anca resimler var."
"Çok kabiliyetli genç oyuncular var, bizde dublaj da iyi yapılıyor"
Dizi döneminiz de oldu. 1995'te Kartal Tibet’in yönettiği 'Bizim Aile' ile başladınız ve sonrası da geldi değil mi?
"Evet, Bizim Aile, Gurbetçiler, Şehnaz Tango, Tatlı Hayat, Yaprak Dökümü, Sahra var. 20-25 dizide oynadım."
Tiyatroya 50, dublaja 70 yılınızı verdiniz. Sahneleri, tiyatroyu özlüyor musunuz?
"Evet. Tabii sahne özlenen bir meslektir. Uzun süreler özledim ama artık bitti tabii yaş da ilerleyince. Tabii insan sevdiği işi özlüyor."
Gençlerden oyuncu ve dublaj yapanlardan beğendikleriniz var mı?
"Çok kabiliyetli genç oyuncular var. Bizde dublaj da çok iyi yapılıyor. Şimdi isimlerini sayamayacağım ama ben oyuncuya inanmak isterim. 'Ben buyum.' diyecek, beni inandıracak. 10 sene önceydi galiba, Çocuklar Duymasın mıydı?"
Evet, Çocuklar Duymasın, uzun yıllar sürdü.
"Çok güzel oynuyorlar, beni inandırıyor. Ben inanmak isterim oyuncuya. Bazı oyuncular var ki inandırıyor, çok güzel, yaşar gibi oynuyor. İşte inandırmak o, iyi oyuncular var."
Hiç unutamadığınız bir anınız var mı seslendirme veya oynadığınız dönemlerden bize anlatabileceğiniz?
"Mesela Çalıkuşu’nda var. Orada oynarken hastalandım. Sesim çatlak, çıkmıyor, yatıyorum, ateşim var. Anneme telefon ettirdim. 'Gidemeyeceğim, hastayım.' dedim. Doktor yolladılar. Doktor ilaç verdi fakat ses çatlak. Nüvit Özdoğru sahneye koymuştu Çalıkuşu’nu. Levent’te oturuyorduk o zaman. Nüvit Özdoğru koşa koşa geldi, 'Sen hasta masta değilsin. Kalkıp oynayacaksın.' dedi. 'Aman Nüvit Bey, ben nasıl oynarım? Sesim çıkmıyor.' dedim. 'Olsun, geleceksin oynayacaksın. 3 saat sonra Harbiye’de tiyatrodasın.' dedi. 'Peki.' dedim. Düşünebiliyor musun? Gittim. 'Nüvit Bey, lütfen anons edilsin; Jeyan’ın sesi kısıktır, isteyen otursun, istemeyen biletini daha sonra kullanabilir.' densin dedim. Anons edildi, 1-2 kişi kalktı en fazla. Benim o çatlak, zurna sesimle herkes oturdu, o Çalıkuşu’nu seyretti."
Mesleğinize saygınızı ve emeklerinizi seyircinin de görmesi, izleyicinin tiyatroya saygısı, sevgisi durumu var burada, ne güzel değil mi?
"Evet, kalkmadılar doğrusu. Beni ve sesimin ne olduğunu biliyorlar. Çatlak, patlak seyrettiler."
Röportaj: Dilek Dallıağ