HAKKI ERGÖK DİONYSOS’UN ÇOCUKLARI SERİSİNDE
Image

HAKKI ERGÖK DİONYSOS’UN ÇOCUKLARI SERİSİNDE


“Dionysos’un Çocukları” röportaj serimizde Hakkı Ergök ile tiyatrodan, hayattan, Ankara

Sanat Tiyatrosu, Hacettepe Üniversitesi, Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatrosu yıllarından

konuştuk.

Aktör, yönetmen, oyun yazarı, şair, müzisyen, eğitmen, dublaj sanatçısı Hakkı Ergök ile

anıların istilasına, kronolojiye inat, sanat yaşantısının tüm evrelerini gözden geçirmekti

niyetimiz. İçinde yaşattığı o çocuğa kulak vermek istedik mesela. Zaman zaman göz

pınarlarında toplanıp akmayan (tıpkı, “Yatıyorum Demirli Bir Şilep Gibi Bursa’da” olduğu

gibi) yaşlara dokunmak… Uzun süre kendiyle hesaplaştıktan sonra aldığı radikal kararları

öğrenmek istedik. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, bir şiirinde adeta hayatlarımızı seyrettik,

yeniden yaşadık :

Şimdi düşünüyorum da, “Leenane’nin Güzellik Kraliçesi”, “Öykülerden Oyunlar”, “Benerci

Kendini Niçin Öldürdü?”, “Çayhane” , “Yatıyorum Demirli Bir Şilep Gibi Bursa’da” adlı

oyunlarda malzemesi bol, yer yer soluk kesen, benzersiz, içten, gerçekçi, ışığı da, debisi de

yüksek üst düzey oyunculuğuyla klişelere değil önemli yorumlara imza atmıştı her defasında.

Yürekten beyne, bugünden düne, yarına elçi olmuştu. Bazen İonesco‘nun sözlerini

haykırmıştı cesaretle:

“Ben son insanım. Sonuna kadar böyle kalacağım, boyun eğmeyeceğim…”

Hakkı Ergök olmak böyle bir şeydi.

Pato, Nazım, Puck, Fisby, Orhan’ı düşündü bir an. Hepsini şimdiki zamana taşımış,

duyguların satır altlarını çizip, notlar serpiştirmişti. Ne çok tuzaklı, zor rolde alabildiğince

yalın, inandırıcı, doğal, denetimli, nüanslı, etkileyici, başarılı oyunculuklar ortaya koymuş,

tiyatro sahnesinde sadece kendi serüveninin kahramanı olmuştu.

Yanağına düşen çiy damlasıyla ürperdi. Gözünden bir duman geçti sanki. Çok uzaktan, bir

ömür kadar uzak diyarlardan çıkıp gelmişti. Ya da öyle hissediyordu. İstanbul’u geride

bırakmak, Esenköy’e yerleşmek, bir süre sadece yazıp, çizmek istiyordu. İşte tam da o

günlerin birinde Hakkı Ergök ile buluştuk. Ve aklımıza gelen, dilimize takılan soruları sorduk.

Pınar Çekirge – Tiyatrocu olmaya nasıl karar verdiniz ve bu karar karşında ailenizin tepkisi ne

oldu? Asıl merak ettiğim, her çocuğa istisnasız biçimde yöneltilen ‘Büyüyünce ne olacaksın’

sorusuna ne yanıt verdiğiniz. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun açtığı sınavı kazandığınızda belki

de hayatınızda yepyeni bir dönem başlamıştı. Ankara Sanat Tiyatrosu ve genç oyuncu Hakkı

Ergök desem…

Hakkı Ergök – Bu iki soruyu iç içe yanıtlamaya çalışsam olur mu?

Orhan Erçin vardı, hatırlar mısınız? Babam onu çok severdi. Ankara’ya turneye gelirdi zaman

zaman. Ailece onu seyretmeye giderdik.

Sonra üniversite yılları başladı. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler akademisi Bankacılık ve

Sigortacılık Yüksekokulu’nu kazandım.

Akademide Dursun Tokat isminde bir arkadaşım vardı. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun büfesini

çalıştırırdı, ben de zaman zaman ona yardım etmeye giderdim. Tiyatro kulislerine ilk kez 18

yaşında bir çaycı olarak girdim. Büyülü bir ortamdı. Rutkay Aziz, Rana Cabbar, Erol

Demirözlü, Şener Kökkaya, Işık Yenersu, Yılmaz Onay, Can Yücel, Timur Selçuk, Meral

Niron, Altan Erkekli…

Tiyatro beni çok etkilemeye başlamıştı. Kendimi hep sahnede hayal ediyor, kimse yokken

üstüne çıkıp yürüyordum.

O yıllarda AST oyunculuk kursları düzenler ama adaylar sınavla alınırdı. Ben de katılmaya

karar verdim. Rutkay Aziz sahnede beni görünce şaşırdı. Normal tabii, dün ne içersiniz

Rutkay abi diyen çocuk, bugün sahnede ona nazım Hikmet’ten şiirler okuyordu. Hem de

Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan, Fikriye’nin hikayesini…

Ve Ankara sanat Tiyatrosu’na kursiyer olarak kabul edildim. Sahneye ilk kez, Uğur

Mumcu’nun ‘Sakıncalı Piyade’ adlı oyunuyla çıktım. Koğuştaki mahkumlardan biriydim.

Birkaç cümlem ve bir dansım vardı.

Ancak asıl hikayem AST’ın turneye gitmesi ile başladı. Turneye giden oyunda benim rolüm

yoktu, tiyatro bana ve o oyunda rolü olmayan başka kursiyer arkadaşlara emanet edilmişti.

Büyük bir sorumluluk almıştık.

Ankara Sanat Tiyatrosu turnede iken Zeliha Berksoy geldi Ankara’ya. “Taranta Babu”ya

mektuplar ve “Jekont ile Siyau” adlı oyunuyla. Bir hafta boyunca her gün oynadı, her gün

seyrettim ve Zeliha Berksoy’a her gün daha çok hayran kaldım. Turne bitti, onu yolcu ettikten

sonra tuvalete kapanıp hüngür hüngür ağlamıştım. Hayranlık ve aşkla karışık tuhaf bir

duyguydu ona karşı hissettiklerim.

Akademi bitti, tiyatro da bitti. Ailem benim bir an önce işe girip hayatımı kurtarmamı

bekliyordu. İstanbul’da bir sigorta şirketinde çalışmaya başladım. Bana küçücük bir oda

verdiler, masama boyuma aşan dosyalar koyup okumamı istediler. Okudum… Her gün sigorta

şirketlerinin işleyişini, resmi gazetede sigorta şirketleri hakkında çıkan her şeyi okudum.

İşyerim Şişli’deydi. Bir gün öğle tatilinde Dolmabahçe‘ye kadar yürüdüm. Oradan da

Topkapı‘ya kadar. Siz deyin 10, ben deyim 15 km. Düşündüm, düşündüm düşündüm…

Hatırlar mısınız bilmem, o zamanlar İstanbul otogarı Topkapı’daydı. Sonunda sonunu ve

sorunlarımı hiç düşünmeden bir otobüse binip Ankara’ya döndüm. Valizimi bile almadan,

kimseye haber vermeden. Ailem şaşırdı tabi. Bir sürü şey söyledim, hepsi yalan olduğu için

hiçbirini hatırlamıyorum şimdi.

Boş geçen birkaç aydan sonra, mahallemizin bakkalı Kazım amcanın dükkanında bir

arkadaşımla karşılaştım. Elinde konservatuvarın giriş broşürü vardı, üstünde viyolonsel resmi

olan kahverengi küçük bir broşür. Bölümlere giriş şartları yazıyordu içinde. Tiyatro bölümüne

son giriş yaşı 21 idi. Benim doldurmama birkaç ay kalan yaş. Bütün eski yaralarım kanamaya

başladı birden. Ankara Sanat Tiyatrosu, ama en çok Zeliha Berksoy yaram.

Alelacele çalışmaya başladım, birkaç tirat ezberledim. Nazım Hikmet ve Orhan Veli’nin

bütün şiirleri ezberimdeydi zaten. Sınav parçalarıma ev salonunda ablam baktı. Ve sınavı

kazandım. 780 kişi başvurmuştu 12 kişi aldılar tiyatro bölümüne. İçlerinden biri de bendim.

Çocukken ne olacaksın büyüyünce diye sorduklarında pilot olacağım derdim. İyi ki de

olmamışım.

Pınar Çekirge -

Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda okurken

hocalarınız, dönem arkadaşlarınız kimlerdi?

Hakkı Ergök -Bizim dönemimizde Ankara Devlet konservatuvarı Hacettepe Üniversitesi’ne

bağlı değildi, Kültür Bakanlığına bağlıydı. Cebeci Mamak’ta üstten görünüşü kuyruklu

piyano şeklinde olan o muhteşem binada eğitime başladım. Ailem, özellikle babam bu

durumdan çok mutlu olmasa da benim kararıma saygı duydu. Ben de aileme yük olmamak

için okuldan geri kalan zamanlarımda hep bir yerlerde çalıştım. Tabelacılık ettim, garsonluk

ettim… Gece kulüplerinin kapısında bodyguardlık da bunlara dahil.

Çok iyi bir eğitim aldık. Çünkü hocalarımız çok iyiydi. Cüneyt Gökçer, Bozkurt Kuruç,

Asuman Korad, Cihan Ünal, Semih Sergen, Ecder Akışık… Yardımcı meslek dersi

hocalarımız da mesleğinin en iyilerindendi. Çok nitelikli unsurlar çıktı bizim sınıftan Zafer

Algöz, Zeynep Eronat, Zerrin Tekindor ilk aklıma gelenler.

Pınar Çekirge – Mezuniyet sonrası sanırım ilk durak ‘stajyer oyuncu’ olarak İzmir Devlet

Tiyatrosu oluyor. İzmir’de hangi oyunlarda rol aldınız?

Hakkı Ergök – Konservatuvardan mezun olduktan sonra iş aramak zorunda kalmadık. Çünkü

zaten topu topu iki konservatuvar vardı, biri Ankara diğeri İstanbul’da. Yani yılda en çok 15

kişinin mezunu olduğu iki okul. Sabah diplomamızı aldık, öğleden sonra Devlet Tiyatrosuna

stajyer sanatçı olarak kabul edildik. Staj yaptığım yer İzmir devlet tiyatrosu. İlk oyunum

Necati Cumalı’nın devetabanı oyunuydu.… Diğer oyunlardan ilk aklama gelenler ise;

Konservatuardan hocam Semih Sergen’in sahneye koyduğu ilk başrolüm ‘Ellerimin

Arasındaki Hayat’ oyunuydu. Devamı çok güzel geldi. Söz Veriyorum ve dünyaca ünlü

Shakespeare oyunları yorumcusu İngiliz tiyatro yönetmeni Basel Coleman’ın sahneye

koyduğu -ki aynı yönetmen Cüneyt Gökçer’in oynadığı ‘Kral Lear’ oyununu da sahnelemişti-

Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’ndaki Puck rolüydü. Oyunlarının hepsi çok iyiydi, çok

şanslıydım. Sonraki oyunlarda da çok iyi oyunlarda, iyi kadrolarla, iyi rollerde oynadım ve

tonla ödülü aldım.

Pınar Çekirge - İzmir’den Ankara’ya tayin. Ankara Devlet Tiyatrosu yılları… Bu dönemi

konuşsak biraz…

Hakkı Ergök – Beş yıl İzmir’de kaldıktan sonra Ankara devlet Tiyatrosu’na tayin oldum.

Parlak başlayan DT kariyerim Ankara’da da devam etti. Hangisini saysam bilemiyorum. Yine

çok önemli prodüksiyonlar da yine çok önemli kadrolar ve yönetmenlerle önemli roller

oynadım. Ve yine birçok ödüle layık görüldüm. Gazap Üzümleri, İrkutsk Öyküsü, Ada, İzler

oyunları bunlar arasındadır.

Pınar Çekirge- Otuz yedi yaşında İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda göreve başlıyorsunuz…

Hakkı Ergök – 1996 yılında geldim İstanbul’a. Sudan çıkmış balık gibiydim. Yeni bir şehre

alışmanın yanında diğer sebep de İstanbul Devlet konservatuvarından mezun olan

arkadaşlarla aynı sahneyi paylaşmak oldu. Farklı yetişmiş, farklı ekollerin oyuncularıydık.

Onlardan çok şey öğrendim. Kendimi güncelledim, harmanladım, ortaya bugünkü Hakkı

Ergök çıktı. Benim vizyonumu geliştiren, farkındalıklarımı artıran tüm İstanbul Devlet

Konservatuvarı arkadaşlarıma minnettarım.

İstanbul’daki ilk oyunum, muhteşem insan, büyük zeka, iyi yürekli güzel adam, Cüneyt

Çalışkur rejisindeki Leannen’in Güzellik Kraliçesiydi. Sumru Yavrucuk ve Rüçhan

Çalışkur’la birlikte oynadık. Oyun inanılmayacak derecede beğenildi. Tam 11 yıl sürdü bu

serüven. Ne sahnede ne sahne dışında hiçbir sorun yaşamadan hem de. Sumru ve Rüçhan’ı

ruhumun en güzel yerinde saklarım.

Tabi bu süre içinde sadece bu oyunda kalmadım. Size bir anı daha anlatmak istiyorum.

İstanbul Devlet Tiyatrosu müdürü Osman Wöber- Nurlar içinde yatsın, olağanüstü bir

idareciydi ve insandı- Bir gün Osman beni odasına çağırdı ve Mehmet Ulusoy’un bir oyun

koymak için İstanbul’a geldiğini söyledi. Oyunun adı Benerci Kendini Niçin Öldürdü idi!

Ama illaki oyuncu seçmesi yapmak istiyormuş. Osman katılmak ister misin diye sorduğunda

koşarak gittim.

Osman’ın odasına girdiğimde Mehmet Ulusoy, kırmızı atkısıyla ve okuması zor bir yüzle beni

tepeden tırnağa süzdükten sonra az sayfalı bir metin uzattı. Şu şiiri oku dedi. Oku dediği şiir

ezberimdeydi. Metni Mehmet Ulusoy‘a iade edip oynamaya başladım. Bir şiir daha gösterdi,

o da ezberimdeydi. Oynarken ayağa kalktı, sanki sahnede mizansen verir gibi, önce sehpanın,

sonra da Osman’ın masasına çıkmamı istedi, çıktım. Sonra Osman’a döndü ve Benerci bu

olsun dedi. Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Ve ardından Şakir Gürzumar’ın AKM

büyük salonda sahneye koyduğu Çayhane oyununda, bana oyunculuğu yeniden öğreten

Bülent Emin Yarar’la başrol oynadık. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oynadığım bu üç oyunda

büyük başarı kazandı ve birçok ödül aldık. Hep diyorum ya ben tiyatroda çok şanslıyım.

Pınar Çekirge – Bu arada öğrencilik yıllarında başladığınız seslendirme çalışmaları devam

ediyor, öyle değil mi ?

Hakkı Ergök – Taaa konservatuvar yıllarında başlayan o uzun serüven hala devam etmekte.

Birçok önemli dizi ve sinema filminde, birçok önemli aktörü seslendirdim… Ancak 8-10

yıldır normal film seslendirmelerini gidemiyorum çünkü ne enerjim var ne de zamanım.

Sadece reklam dublajı yapıyorum.

Pınar Çekirge – Devlet Tiyatrosu’nda genelde önemli, ilgi gören oyunlarda, önemli roller

üstlendiniz. En severek oynadığınız oyunları sorsam…

Hakkı Ergök – Oynadığım rolleri birbirinden ayırmam çok zor. Hepsini severek oynadım ama

galiba tarz açısından baktığımda benim için çok farklı olan Benerci Kendini Niçin Öldürdü

oyunundaki Benerci rolü bir tık ağır basıyor diyebilirim.

Pınar Çekirge – Televizyonda durmadan tekrarlanan skeçleri giderek tiyatro sanmaya

başlayan bir nesil yetişiyor. İnsanlar tiyatroya güldür güldür, aman gümbür gümbür gülmek

için geliyor sanki. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hakkı Ergök – Ne güzel bir soru. Gerçekten öyle. Küçükçekmece Belediyesi’nde altı yıl

Kültür ve sanat danışmanlığı yaptım, bir tiyatro okulu kurdum, bu söylediğiniz tehlikeyi çok

yakından gördüm. Öğrencilerim tiyatrodan çok dizilerde oynamak istiyordu. Seyirci klasik

eserlerden çok uyduruk vodvilleri seviyordu. Kolay inanılan basit yalanlar misali, her şey gibi

sanata bakış da değişti ülkemizde. Biat etmiş televizyonların bu kültür yozlaşmasında

katkıları büyük.

Pınar Çekirge – Yaşımız gereği kıyısından köşesinden yakaladığımız tiyatronun altın yılları

geri gelecek mi?

Hakkı Ergök – Buna emin değilim. Çünkü tiyatro giderek gerçek amacını yitirdi ve ticari

yapılan bir iş haline geldi. Ekonomik zorunlulukların bu durumu tetiklediğini düşünüyorum.

Tonlarca eksikliğe rağmen iyi ki ödenekli tiyatrolar var, iyi ki Devlet Tiyatrosu ve belediye

tiyatroları var. Repertuvar tiyatrosu niteliğinde olan bu tiyatrolar, geleneği sürdürmeye

çalışıyorlar. Onlara elimden gelen her türlü desteği verdim ve vermeye devam edeceğim.

Pınar Çekirge – Ya altın seyirciler?

Hakkı Ergök – Ankara’daki ilk yıllarımı hatırlıyorum. Premierleri galaları hatırlıyorum.

Erkekler smokin kadınlar tuvaletle gelirdi tiyatroya. Hadi bırakın premierleri galaları, sıradan

bir gün herhangi bir oyuna gelirken bile insanlar giyim kuşamlarına, hal ve hareketlerine

dikkat ederdi. Bu da başka bir yozlaşma türü olsa gerek.

Pınar Çekirge – Dört oyununuzu okudum. Sahi, toplam kaç oyun yazdınız?

Hakkı Ergök – Yazdığım altı oyundan dördünü okudun. Çocuk oyunlarım hariç. Şu anda bir

absürt komedi yazıyorum. Henüz kimse okumadı, aylardır uğraşıyorum umarım iyi bir iş

çıkar. Ve ilk okuyanlardan biri sen olacaksın.

Pınar Çekirge – Şimdilerde bir uyarlama furyasıdır gidiyor. Yazarın kurduğu formül hasar

görüyor, klasik metinlere sadık kalınmıyor. Yorum diye, sonu başı değiştirilmiş oyunlar

sahneye taşınıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Hakkı Ergök – Uyarlama konusunda son derece haklısın. Bu, romanını okuduğunuz bir eseri

sinemada seyretme hayal kırıklığına benzer bir şey. Aslına uygun yapılmayan uyarlamalar,

hem tiyatro hem de sinemada seyircinin hayal gücüne kelepçe vuruyor. Manipüle ediliyoruz

bir taraftan. Yoruma karşı değilim ama yazılmış bir metni değiştirip yorumlamaya karşıyım.

Yazılmış bir metni değiştirerek yorumlamak, ahlaksızlık gibi geliyor bana. Metne sadık

kalarak istediğin gibi yorumlayabilirsin ama metindeki cümleleri değiştirerek bunu yaparsan

ahlaksızlık yapmış olursun, saygısızlık yapmış olursun. Hem yazara, hem de seyirciye…

Pınar Çekirge – Bu mesleği neden yapıyorum dediğiniz oldu mu hiç?

Hakkı Ergök – Bu mesleği neden yapıyorum diye sorduğum oldu elbet kendime. Ama yerine

koyacak daha iyi bir şey bulamadım. Yok ki zaten. Bildiğim tek şey bu.

Hakkı Ergök – Sinema filmleri ve televizyon dizilerinde de rol aldınız. Bir tiyatro aktörü

olarak dizilerin size katkısı ne oldu?

Hakkı Ergök – Sinema filmlerine ve televizyon dizilerine karşı değilim. Çok yaptım.

Bazılarında sanat yaptığımı hissettim, bazılarında hissetmedim. Keyif alarak yaptığım işler de

oldu para kazanmak için katlandığım işler de. Tıpkı yazarların para kazanmak için yazdıkları

sipariş işlerde değişik isimler kullanması gibi bir şey. Düşünsenize; Nazım Hikmet bile

mecbur kalmış buna. Dizilerde birçok iyi oyuncuyla tanıştım, elbette ki onlardan öğrendiğim

çok şey oldu. Her oyuncu tiyatro dışında set ortamını solumalı. Ben sahne oyunculuğu ve

kamera oyunculuğu diye bir ayırım kabul etmiyorum. Oyunculuk oyunculuktur. Ha sahnede,

ha kamera önünde yapılmış ne fark eder? Eğitimli bir oyuncu için, sadece fiziksel

özelliklerinden ötürü dizide rol almış bir oyuncuyla oynamak biraz zor olabilir. Hele

öğrenmeye açık değilse, hele başrol oynadığı için bu işe yıllarını vermiş sanatçılara üstten

bakıyorsa hevesle başladığımız bu iş hicranla sona erebilir. Bereket bu tip örnekler çok sık

yaşanmıyor.

Pınar Çekirge – Alpacino ya göre tiyatro ve sinema oyunculuğu ip üstünde yürümekmiş.

Sadece sinemada o ip yerdeymiş. Ne dersiniz?

Hakkı Ergök – Alpaçino’nun bu sözünü bilmiyordum çok manidar. Şimdi düşündüm, doğru

ama o ip yerde de gökte de olsa üzerinde yalpalamadan yürümek lazım.

Pınar Çekirge – Sosyal medya ve popüler kültür ile aranız nasıl?

Hakkı Ergök – Maalesef ben sosyal medyayı doğru düzgün hiçbir zaman kullanamadım.

Yaptığım işlerle ilgili paylaşımlar genellikle menajerlerimin ya da yapımcıların ısrarlarıyla

olmuştur. Kendimden bahsetmeyi çok sevmiyorum, hatta hiç sevmiyorum. İnsanın kendinden

bahsetmesi bana ayıpmış gibi geliyor, utanıyorum biraz. Sürekli kendini öven arkadaşlarımın

antipatik karşılandığını görmek beni rahatsız ediyor.

Pınar Çekirge – Kendinizi hiç hayal kırıklığına uğrattınız mı?

Hakkı Ergök – Yine çok güzel bir soru. Uğratmaz mıyım hem de defalarca. Örnek vermesem

olur mu? Çok özel çünkü.

Pınar Çekirge – Sanatı mayalayan, besleyen yaşanan acılar mıdır sahiden?

Hakkı Ergök – Her sanat için değil galiba. Edebiyat sanatında acılarla beslenmek yazarları

daha verimli kılıyor sanki.

Pınar Çekirge – Ege Üniversitesi’nde ve 2019-2024 tarihleri arasında Küçükçekmece’de

sanırım belediyeye bağlı bir kurumda dersler verdiniz. Öğrencilerinize gelecekte mutlaka

yapın ve kesinlikle yapmayın dediğiniz şeyler…

Hakkı Ergök – Öğrencilerime derse girdiğim ilk gün söylediğim sözler şunlardır: ikna

olmadığınız hiçbir şeye inanmayın, çok soru sorun. Cümlelerin hangi kelimelerle kurulduğuna

değil, altında barındırdığı duygulara bakın.

Pınar Çekirge – Her oyuncunun, yazarın, yönetmenin bir düş repertuvarı vardır. Bunlar

arasında gerçekleştirdikleriniz ve halen hayallerinizin arasında kalanlar…

Hakkı Ergök – Oyuncu olarak değil de yönetmen olarak bir müzikal sahnelemek isterdim.

Klasik bir müzikal. Hair mesela.

Pınar Çekirge – Müşfik Kenter ‘Oyunculuk ciddi bir şakadır’ demiş. Ne dersiniz?

Hakkı Ergök – Müşfik Hoca’ya aynen katılıyorum. Çok güzel bir metafor.

Pınar Çekirge – 2025’in hemen başında son derece radikal kararlar aldınız…Yazıp

oynadığınız oyunu geri çekip, hocalığı, oyunculuğu bıraktınız. Bundan sonra sadece

yazacağım, müzikle ilgineceğim, dediniz. Bu kararların altında yatan yorgunluk, küskünlük

mü, yoksa yepyeni bir Hakkı Ergök’ün doğuşu mu? 1960 doğumlu biri olarak sizi o kadar iyi

anlıyorum ki.

Hakkı Ergök – Evet radikal kararları aldım. Hemen hemen hepsini uyguladım. Bir daha asla

geri dönmeyeceğim şeyler tiyatro bürokrasisi ve belediyeler. Yapacağım o kadar çok şey var

ki çuvalım o kadar ağır ki… Yazmak ve yapmak istediğim şeyler için yeterli zamanım

olduğunu sanmıyorum. Bir ayıklama yapmak zorundaydım bu zaman darlığında. Yazmayı

çok seviyorum onu hiçbir zaman bırakmayacağım. Oyunculuğu da bırakamam bakmayın öyle

afra tafra yaptığıma. Ancak çok seçici olmak zorundayım artık. Kaybedecek zaman yok.

Yönetmenlik konusunda da aynı şey geçerli. Anlatacak bir derdi olan, topluma farkındalık

yaratan işler hep açık olacağım. Bu kriterlere uygun bir iş için kolları sıvadım şu sıralar. Halk

Bankası için çocuklara finansal okuryazarlık bilincini aşılamak için yazdığım bir oyunu

sahneye koyuyorum. Rap tarzı bir müzikal olacak. Çok profesyonel bir ekiple çalışıyorum. Ve

iddia ediyorum, son yıllarda yapılmış en iyi müzikal çocuk oyunu olacak. Müzikle uğraşmak

hayatıma yeni giren bir şey. Sosyal medyadan gitar çalmayı öğrendim. Kendi kendime

çalıyor, şiirlerime beste yapmaya çalışıyorum. Azıcık da ney üflerim. Ama ikisi de o kadar

amatör ki sözünü etmesek de olur.

Yavuz Pak – Son yıllarda ülkemizde, özellikle İstanbul’da yoğunlaşan tiyatro ilgisini neye

bağlarsınız? Mehmet Birkiyenin, bir yaşam biçiminin korunması bağlamında “sosyal jest”

tespitine katılır mısınız?

Hakkı Ergök – Ne çok şey öğreniyorum. Mehmet Ağabeyin yaşam biçiminin korunması

bağlamında sosyal jest dediğini sizden duydum. Ne kadar doğru bir tespit. Hele sosyal

jestlerin gelip geçici olduğunu kastediyorsa daha da anlamlı ve haklı.

Yavuz Pak – Holdingler tarafından desteklenen ve büyük prodüksiyonlar üreten sahneler

ekonomik krizde dahi dolup taşarken, alternatif/bağımsız tiyatroların ciddi seyirci sorunu

yaşamalarını neye bağlarsınız?

Hakkı Ergök – Adı üstünde çünkü onların arkasında holdingler var. Tiyatro oyuncusu

olmayan, popüler dizi oyuncuları var. Onların asıl amacı sosyal medyada milyonlarca

takipçisi olan meşhurlara oyunun paylaşımını yaptırmak. Bedava reklam işte, daha ne olsun,

bir taşla iki kuş, şirket hem kazansın hem de adı parlasın. Ben çok duyuyorum, muhakkak siz

de duymuşsunuzdur, oyunun adını bile bilmezken nokta noktanın oyununa gidelim diyenleri.

Dertleri sanat yapmak değil, sanat yaptırmak hele hiç değil. Onlar için televizyona reklam

filmi çekmekle tiyatro oyunu yapmak aynı şey. Özel tiyatroların durumu çok zor. Ekonomi

kötü, sahne kiraları çok fazla. Dolayısıyla yüksek fiyattan bilet satmak zorundalar. Fasit bir

daire işte. Ekonomik zorluklar, değişen ve yozlaşan bir kültürde işleri çok zor. Allah yollarını

açık etsin. Çaresizlik içinde ünlülerinin yer aldığı ucuz vodvillerle seyirci avlamaya çalışan ne

çok tiyatro türedi farkında mısınız? Ama hiçbirine kızamıyorum, buna mecburlar.

Yavuz Pak – Turne tiyatroları halkındaki düşünceleriniz nelerdir? Anadolu’da ciddi bir tiyatro

talebi var. Tiyatrolarımız bu talebe yanıt verebiliyor mu sizce?

Hakkı Ergök – Maalesef artık özel tiyatrolar İstanbul’da para kazanamıyor. Sadece turnelerle

yaralarını sarabiliyorlar. O da çok değil, belki yeni bir prodüksiyon için yüreklendirmeye

yetecek kadar. Şunu söylemem lazım, artık İstanbul ve Ankara seyircisi ile Anadolu’nun

herhangi bir yerindeki seyirci arasında fark yok. Her şeyimiz gibi kültürümüzde manipüle

edildi. Seyirciler sanatsal derdi olan oyunlardan çok, basit güldürüleri talep ediyor.

Yavuz Pak – Devlet Tiyatroları’nda çalışmış bir oyuncu ve yönetmen olarak, her dönem

iktidarlar tarafından belirlenen ve sıkça değiştirilen kültür politikalarının DT’nin

repertuvarlarına, idari yapısına etkileri hakkındaki gözlemleriniz nelerdir? Ülkemizde DT’nin

özerk bir kurumsal yapıya ve işleyişe sahip olması sizce mümkün müdür?

Hakkı Ergök – Sadece Devlet Tiyatrosu değil herhangi bir kurumsal yapıda, belediyeye ya da

sponsora bağlı olarak yapılan tiyatrolarda ne özgürlükten söz edebiliriz ne de özerklikten.

Antik Yunan’dan beri böyle bu. Tragedyaları hatırlayın, konuları neredeyse birbirinin aynıdır,

kralların, tanrıların başından geçer türlü belalar. Buradaki amaç arındırmak, şükrettirmektir.

Çok şükür demeli seyirci, baksana krallar bile neler çekiyor, iyisi mi biz halimize şükredelim.

Yani demem o ki her ne kadar yönetmeliklerinde özerk yazsa da devlet olsun şirket olsun

destek alınarak yapılan tiyatronun özerk olması, özgür bırakılması imkansız.

Yavuz Pak – Hollywood’da önceki yıl 4 ay süren ve Oyuncular Sendikasının 145 bin üyesinin

katıldığı büyük grevin en önemli nedenlerinden biri yapay zekanın özellikle seslendirme

sanatçılarının haklarını gasp edecek biçimde geliştirilmesiydi. Bir seslendirme sanatçısı olarak

yapay zeka hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Hakkı Ergök – Bu kaderi sadece seslendirme sanatçıları değil birçok sektör paylaşıyor, grafik

tasarımcılardan müzisyenlere program yapımcılarına kadar birçok sektör. Bu durum kontrol

alanımızı aştı. Dünyanın gidişatından hiç memnun değilim. Bütün dünyada yapay zeka

yüzünden doğacak olan istihdam açığını nasıl karşılayacak toplumlar? Bazen komplo

teorilerine inanasım geliyor. Yoksa filler tepişirken bizler çimenler gibi eziliyor muyuz 

gerçekten? Yoksa önceden yazılmış bir senaryoda, rolünün ne olduğunu bilmeden sete gelen

figüran mıyız?

Yavuz Pak – Küçükçekmece’de bir tiyatro okulu kurdunuz ve oyuncu yetiştiriyorsunuz. Sizin

içine doğduğunuz toplumsal, ekonomik, politik süreçlerden çok farklı bir ülkeye doğan genç

tiyatrocuların, tiyatroya bakış açılarını, sanatlarına yaklaşımlarını kendi döneminizdekilerle

karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz? Tiyatro, geçmişte hep söylendiği

gibi, gelecekte de idealist bir bakış açısıyla ve “aşkla icra edilen” bir sanat olabilecek mi?

Hakkı Ergök – Küçükçekmece’de kurduğum tiyatro okuluyla ilgili bir şeyler yazmıştım. Biraz

daha açmam gerekirse, toplumsal, ekonomik, yanlış yönetilen politik süreçlerden ötürü, genç

tiyatrocuların çoğunun amacı dizilerde oynamak, meşhur olup para kazanmak. Tiyatroyu

aşkla icra edilen bir sanat olarak gören öğrencilerim, bir elimin parmakları kadardır

diyebilirim. Parmaklarımı fazla saymış olabilirim.

Pınar Çekirge – Hayatınızdan neyi çıkartırsanız geriye bir şey kalmaz?

Hakkı Ergök – Hayatınızdan neyi çıkartırsanız çıkartın yaşamaya devam edersiniz. Ama

eksilerek.

Pınar Çekirge. – Buğulu bir pencere camına ne yazardınız?

Hakkı Ergök – Buğulu cama yazı yazmaktan çok, çocukluğumdan beri kalp çizerim.

Psikolojime göre ya papatyalar çizerim çevresine ya da o kalbi delip geçen bir ok.

Pınar Çekirge- 18 Ağustos 2060 tarihinde nasıl hatırlanmak istersiniz?

Hakkı Ergök – Oyuncular unutuluyor maalesef. Umarım kitaplarım hatırlanır.