Türk tiyatrosunun en güçlü ve iz bırakan isimlerinden Bennu Yıldırımlar'la
gerçekleştirdiğimiz bu özel sohbet, tiyatronun gücünü ve sanatın toplumsal dönüşümdeki
rolünü anlamaktan çok daha fazlasını sundu. Yıldırımlar, sadece bir oyuncu olarak değil,
tiyatronun evrimi ve toplumla kurduğu bağ üzerine derinlemesine düşüncelerini paylaştı.
sanatın, sadece siyasi düzene bağlı kalmayan, aynı zamanda çağın dönüşümüne uyum
sağlayan bir alan olduğunu vurgulayan yıldırımlar, "kültür politikaları, sadece siyasi düzene
göre değil, dönüşen çağa uyum sağlamayı gerektirir" diyerek, sanatın evrensel ve zamansız
değerlerinin altını çizdi.
Arkeolog olmak isterken, yolunuzun oyunculuğa çıkması… Oyunculuk nasıl çaldı aklınızı?
Sizi nereden ve nasıl yakaladı?
8-9 yaşlarındayken arkeolog olmak istiyordum. Hala da tarihi, kültürlere özel olan her şeye
özel bir ilgi duyarım. Erenköy Kız Lisesi’nde okurken de tiyatroya olan ilgim başlamıştı
ancak bir sahne tecrübem olmamıştı. Lise sonrası sınavlara hazırlanırken hem Belediye
konservatuvarına giderim hem de fakülteye diye düşünürken konservatuvarı kazandım. O
dönem konservatuvarın İstanbul Üniversitesi’ne bağlanması sayesinde ve eş zamanlı Eski
Yunan Dili ve Edebiyatı'nı da kazandığım için iki bölümü ancak iki sene yürütebildim.
Oyunculuk daha ağır bastı ve konservatuvarın son senesinde 1988'de de Şehir Tiyatrosu'na
girdim.
İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda oyunculuk bölümünde okurken aynı zamanda iki yıl Eski
Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünde okudum dediniz. Oyunculuk okurken, aynı anda böyle
farklı bir branşı seçmeniz ne şekilde gelişti?
Belirttiğim gibi iki bölümü bir arada okuyabilirim diye düşünsem de reelde gerçekleştirmek
mümkün olmadı. Belediye konservatuvarını kazandıktan çok kısa bir süre sonra üniversiteye
bağlandığı açıklandı. Eski Yunan Dili ve Edebiyatı'nı seçerken mitoloji, etimoloji açısından
aldığım eğitimin oyunculuğa da katkısı olacağını düşünmüştüm. Ancak tüm derslere
yetişmem açısından çok zorlandığım bir dönem oldu ve sadece konservatuvarı bitirebildim.
Ayla Algan’la bir sohbetimizde, ‘Düşüncelerini bedenine yazan kişidir oyuncu’ demişti. Sizin
literatürünüzde nedir oyuncunun tanımı?
Ayla Algan, meslektaşlarına ışık tutan, Türk tiyatrosu ve sinemasının usta isimlerinden
biriydi. Bununla birlikte her oyuncunun kendince farklı yorumları olabilir. Oyunculuk
serüveni, her açıdan insanı nereye kadar anlayabiliriz, ne kadar kabul edebiliriz, kendi
bedenimizde ve beynimizde onu nasıl yansıtabiliriz üzerinden gittiğimiz uçsuz bucaksız bir
öğrenme isteği sunuyor. O yüzden biz oyuncular hayatı yaşarken durmadan devam eden bir
alt metni nedir sorusuyla birlikte oyunlarımızı, karakterlerimizi elimizden geldiğince insanı
anlamaya çalışarak yaratma halidir.
Londra Westminster Education Institute’den oyunculukla ilgili size kalanlar neler?
Aldığım bu eğitim, sanatsal yolculuğumda büyük bir dönüm noktası oldu. Beni hem teknik
olarak hem de kişisel olarak daha da geliştirdi. Orada kaldığım süre boyunca tiyatro
dünyasında devrim yaratmış bir deha olan Shakespeare’in birçok oyun temsilini izledim.
Dilimi geliştirirken oyunculuğa olan tutkumun ve anlayışımın daha da derinleşmesine katkı
sağladı.
Şu anda iki sezondur Şehir Tiyatroları’nda ‘Tartuffe’de oynuyorsunuz. Sizi 2012’de ‘Dar
Ayakkabıyla Yaşamak’ ve 2016’da ’12. Gece’ oyunlarında, sahnede nasıl da devleştiğinizi
izlediğimden yola çıkarak; oyunculuk, kişiyi, oyuncu ve insan olarak nasıl değiştiriyor, neleri
dönüştürüyor?
Özel hayatımda genelde çok göze batmama hissini taşırım. Ancak sahne, bir oyuncunun
parladığı yerdir. Oyun süresince, seyircinin karşısında bir oyuncu ve devamında oyun
büyüyebiliyorsa doğru bir aktarım söz konusudur. Elimden geldiğince oynadığım karakterleri
içime sindirerek, ekip arkadaşlarımla ne kadar “bütünleşerek” oynayabiliyorsam o kadar
parladığımızı düşünürüm. Kendimce o gece iyi oynamadığım oyunlar olabilir ama sonrasında
mutlaka bunun üzerine de düşünür ve sonraki oyunda daha iyi olması için neler mümkün
olacağı üzerine kafa yorarım. Öz farkındalık ve empati, kendini ifade etme, problem çözme,
kişisel gelişim ve dayanıklılık konularıyla her daim sahnede sınanır bir oyuncu. Bu yüzden
tiyatro oyuncuları tiyatroda kendilerini daha aktif hisseder.
Tiyatro hayata açılan bir pencere. Peki siz ruhunuzun penceresinden kendi içinize
baktığınızda içinizde, hayatınızda gördükleriniz neler?
Ruhumun penceresinden içeri baktığımda anlamaya çalışan bir Bennu görüyorum. Kendini
anlamak, kendine şefkat gösterebilmek, içindeki sevgiyi koruyabilmek, bu dünyada yaşama
hakkı olanın sadece insanlar olmadığını kabullenmek, kendi özgürlüğünün peşinden koşarken
kimsenin varlığını tehdit etmemek, kendi çıkarlarını gözetirken karşındakine her daim saygı
duymak, sorumluluklarını bilmek, sevdiğin işi yapmak, yaptığın işlerle önce kendine sonra
başkalarına ilham olmak, yeni perspektifler kazanmak… Her şeyin ötesinde, ülkemizde ve
dünyada yaşanan tüm zorluklara rağmen tüm anlam karmaşasına rağmen umut eden bir kadın.
“Sanat yeşil pasaport gibidir” diyorsunuz. Peki ülkemizde bu pasaportun değerinin yeteri
kadar bilinmemesini neye bağlıyorsunuz?
Dünyayı sanat yoluyla anlamaya çalışanlar daha ılımlı ve çözümcül oluyor gibi geliyor bana.
Kültürel politikalarla insanların neleri beğenip beğenmeyecekleri üzerinden oluşturulan algı
devam ettikçe ve eğitimle de bu durum desteklenmediği sürece yapılan şeyler değersiz
görülebilir. Ancak önünde sonunda mutlaka değerinin ortaya çıkacağına inanıyorum.
Globalleşen dünyada kültür düzeyi bir ülkenin vitriniyken, Avrupa ve Amerika bunu çok iyi
kullanıyorken, Türkiye’nin neredeyse bu vitrini kaldırma durumuna gelmesinin sebepleri
neler olabilir?
Domino taşı gibidir hayat. İyi eğitim almış, kültür düzeyi yüksek, yabancı dil bilen insanların
sayısı ne kadar artarsa kültürel farkındalık da aynı oranda yükseliş gösterir. Türkiye'de eğitim
sisteminin kültürel konulara yeterince ağırlık vermemesi, genç nesillerin kültürel değerlere
olan ilgisini de haliyle azaltıyor. Küreselleşme ve modernleşme süreçleri, geleneksel kültürel
değerlerin göz ardı edilmesine de yol açabilir. Topyekun değişim için gelişmiş ülkelerin
politikaları göz önüne alındığında devletin sanatın gücünden faydalanmaktan başka bir çaresi
olmadığı aşikar.
Tiyatro ve sinema kariyeriniz boyunca, farklı dönemlerdeki kültür politikalarının sanata ve
sanatçılara etkilerini bizzat deneyimlediniz. Sizce, kültür politikaları sanat üretimini ve
sanatçının yaratım sürecini ne ölçüde şekillendiriyor? Bu bağlamda Türkiye’de kültür -
sanatın geleceği için nasıl bir vizyon oluşturulmalı?
Kültür politikaları, siyasi düzene göre değişmeyi değil, dönüşen çağa uyum sağlamayı
gerektirir. Aksi halde sanatçının sansür ve otosansüre maruz kalması büyük engeller
oluşturabilir. Bir sanatçının yaratıcılığını ve ifade özgürlüğünü koruyacak nitelikte yaratıcı
ifade yollarının desteklenmesi, sanatçılara özgürlük alanlarının açılması ve uluslararası
platformlarda yer bulmaları için fırsatlar yaratılması, kültür ve sanatın gelişimini olumlu
yönde etkiler. Örneğin; İran sinemasının başarısı, sanatçıların zorlu şartlara rağmen nasıl
yenilikçi ve güçlü anlatım biçimleri geliştirebileceğini gözler önüne seriyor. Türkiye’deki
sanatçılar için de benzer bir vizyon oluşturmak önemli olabilir.
Sinema demişken… Nuri Bilge Ceylan’la ‘Ahlat Ağacı’ filminde çalışmanızın,
oyunculuğunuza kattığı avantajlar neler oldu?
O dönem film çekimleri başlamadan önce annemi kaybetmiştim her şey çok tazeydi. O
yaşarken audition kabul olduğu için sanki anneme verilmiş bir sözü yerine getirmiş gibi
hissetmiştim.
Özellikle genç kuşakların sanata dahil edilmesi için neler yapılabilir?
Alışkanlık ve gereksinim haline getirebilmek için, benim öğrenim gördüğüm dönemlerde
öğretmenlerimiz sanatsal projelere gitmemiz için önderlik ederlerdi. Bu sayede küçük
yaşlarda başlayan sanatsal aktiviteler merakımızı daha çok artırırdı. İyi bir şey izlediğinizde,
okuduğunuzda ya da dinlediğinizde de haliyle vizyonunuzu da geliştirmeniz için bir alan
yaratmış olursunuz. Üstelik yaşadığımız bu dönemde teknoloji bu kadar gelişmişken dijital
sanat projelerini takip etmeyi, sanat galerilerini, müzeleri gezmeyi, okulların sanat
kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde atölye çalışmaları yapmasının faydalı olacağını
düşünüyorum.
Sanatçı kimliğiniz ve kariyeriniz boyunca birçok farklı karaktere hayat verdiniz ve toplumun
aynası olmayı başardınız. Bugün Türkiye’de sanatçılar, yaratım sürecinde ne kadar özgür
hissediyor?
Tiyatronun sinema ve televizyona nazaran çok daha özgür hissettiren bir alanı var. Ekonomik
desteğin çok daha az olmasına rağmen ifade özgürlüğünün sınırları çok daha geniş oluyor.
Nitekim bir oyuncu olarak yaratım sürecinizi de etkileyen bir durum bu. Ana akım
kanallardaki hikayeler çok daha sınırlı bir çerçevede ilerliyor. Zaman ve bütçe kısıtlamaları,
reklam ve reyting baskıları bazen direkt bazen de dolaylı yoldan bir oyuncunun
motivasyonunu da tetikleyebiliyor. Sinemada durum her zaman aynı olmasa da özgür hikaye,
özgür bir yaratım sürecini de beraberinde getiriyor. Bu sebeple yaptığım işlerde en çok nefes
aldığımı hissettiğim yer her daim tiyatro oldu.